Yazar: J. A. C. BROWN
Yayınevi:
Başkalarının kanaatını değiştirme girişimlerinin konuşmanın gelişmesiyle birlikte başladığı kabul edilir. Konuşma vasıtası ile insanları fizik güce başvurma gereği kalmadan kullanma ya da ikna etme imkanı ortaya çıkar.”Beyin yıkama” sözü, asıl silahın sözel ve sembolik olduğunu açığa çıkarır. Din değiştirme, politik kışkırtma, sağlık propagandası, kitle iletişim araçlarının halk üzerindeki etkisi, fikir işçiliğiyle meşgul olanların kitleleri yönlendirmesi iddiası ve totaliter devletlerde politik fikir aşılama uygulamalarının daha meşum tarzları ; insan düşüncesini değiştirme konusunu teşkil eden tüm bu şeyler, çekici bir bilim ve ahlak konusu haline gelmiştir.
Oxford sözlüğü propagandayı “bir doktrin ya da uygulamayı yaymak için desteklemek ya da tasavvurda bulunmak” olarak tanımlar. Kendi kendinin yerini alan fikirler değil, yetiştirilmiş olan fikirlerdi.
Ve bu kelime, meşum, yalancı ve bir kişi ya da grubun genellikle gizli vasıtalarla kullanmaya teşebbüs ettiği bir yönteme işaret eden bir anlam kazandı. Propagandanın şeytanca, hoş olmayan ve çok keresinde budalaca, ama yine de rızaları olsun ya da olmasın insanları eleştirerek onları güçten yoksun bırakıcı bir silah olması şeklindeki bu karışık duygular yukarıdaki açıklamaların ortaya koyabildiğinden daha derin köklere sahiptir. Propagandacının her zaman, belli bir doktrini ya da uygulamayı yaymak gibi açık seçik işler yapmıyor oluşudur. Savaş zamanı propagandasında olduğu gibi çok sık bir şekilde yalnızca bir grup lehine ya da aleyhine şiddetli nefret ya da taraftarlık duyguları meydana getirmeye çalışır.
Sokrat, problemlere hazır cevaplar sunarak değil, soruşturma yoluyla öğrencilerinin gerçeği kendileri için keşfetmelerini sağlarken kuşkusuz propaganda yapmıyordu. Sağlık şubesinin sigara içilmesine son vermeyi, Yeni Gine’de kafa avcılığının durdurulması ya da Hindistan’da kocalarının cenaze töreninde kadınların kendilerini öldürmeleri uygulamasının durdurulmasını amaçlayan kampanyalar gibi.
Alternatif görüşlerin bulunmayışı halinde bilinçli ya da bilinçsiz propagandadan söz etmenin anlamsız olduğunu gördük. Katolik Propaganda Cemaati ancak Kilise yeni doktrinlerin etkisini yaşamaya başladığında ve Hristiyanlaştırılacak yeni ülkelerin varlığı söz konusu olduğunda vücut buldu.
Sansür şekliyle propaganda iki türde olabilir: haberin bir görüş açısı lehine olarak ayıklanarak / seçilerek denetim altında tutulması; ve, bir etki oluşturmak amacıyla haberin orijinal halini bozarak farklı hale getirme.
Propaganda olarak sansürün ikinci tipi olan haberin bozularak kullanılmasının klasik örneği Bismarck’ın meşhur Ems telgrafıdır(1870). Konu Hohenzollernli Leopold’un İspanya tahtına çıkıp çıkmayacağıdır; aday Bismarck tarafından desteklenmektedir, Fransızlar ise karşıdır. Böylece, 141 bin kişinin hayatını kaybettiği Fransa-Prusya savaşı başlar.
Daha mütevazi bir ölçekle tiyatroların ortak uygulaması, önemli eleştirmenlerden alıntıları veren posterler için çok keresinde, orijinali itibariyle çok aleyhte olabilen bir eleştiriden daha lehte bir etki meydana getirmek için belli bir bölüm çıkarıp almaktır.
Eğitim İngiltere’de, diğer gelişmiş ülkelerden sonra, ancak 1870 yılında zorunlu hale getirildi. Reformcuların çoğunluğu ataları gibi bağnaz ve hoşgörüsüzdü. Reform Kiliseyi alt gruplara bölerek zayıflattı.
Queens College’den (New York) Kimball Young propagandayı şöyle tanımlıyor:
“Telkin ve ilgili psikolojik teknikler vasıtasıyla fikirleri ve değerleri değiştirme ve neticede de kararlaştırılmış bir çizgiye paralel olarak davranışları değiştirmek amacıyla sembollerin az ya da çok isteyerek, planlı ve sistematik olarak kullanılmasıdır. Propaganda açık olabilir, amacını açık ya da gizli tutabilir. Psikolojik ve kültürel nitelikleri anlaşılamasa bile sosyal kültürel çevrede daima bir yeri vardır.”
Buna göre propaganda:
“İlgili kişi (ya da kişilerin) telkin vasıtasıyla gruplarının tutumlarını ve sonuçta da bu grupların hareketlerini kontrolleri altına almak için yaptıkları sistematik faaliyetlerdir.”
Doob bir başka yerde propagandanın muhtevasını konu edinir ve şöyle der:
“Propaganda, belli bir zaman diliminde bir toplumdaki bilim dışı ya da müphem olduğu düşünülen bir değeri yok amacıyla kişileri etkileme ve kişilerin davranışlarını kontrol altına alma teşebbüsüdür. Bir görüş açısının yayılmasının bir grup tarafından ‘kötü’, ‘haksız’ ya da ‘gereksiz’ diye düşünülmesi o grup standartlarına göre propagandadır.”
Eğitimci ağır işleyen bir gelişme sürecini, propagandacıysa çabuk sonuçları hedef alır. Eğitici insanlara nasıl düşüneceklerini; birisi kişisel sorumluluk ve açık bir zihin, diğeriyse kitle etkilerini kullanarak kapalı bir zihin meydana getirmeye uğraşır.
Komünist olmayan bir Amerikalının Justice Holmes’e daha kaba bir biçimde açıklamış olduğu gibi: “Filozoflar, her şeyin yolunda olduğunu kanıtlamak üzere zenginler tarafından ücret karşılığı tutulmuş kişilerdir.”
Örneğin çiçekçiler; satışları arttırmak için Anneler Günü fikrini icat ederler. Hayal kırıklığına uğradığında insan duygularının daha keskinleştiği iyi bilinen bir gerçektir. İnsanlar, kendi kişisel safdilliklerinin en düşük ortak paydada garkolma eğilimlerinden dolayı kalabalık içinde daha fazla etki altında kalırlar. Herhangi güçlü bir duygunun canlanışı, bu duygu başlangıç itibariyle propagandacıya ve onun mesajına karşı yönelmiş olsa bile kişinin etki altında kalabilirliğini arttırabilir.
Aşağıda madde madde sözünü ettiğimiz şeyler propaganda sırasında kullanılan özel telkinlerdir.
1.Kalıplaşmış İmajların Kullanışı
İnsanları kategoriler içine sokmak doğal bir eğilimdir; herhangi bir kategori içinde düşünen bu tanımlama yerleştiğinde gerçek durum hatırlanmaz olur.
2.İsimleri Bir Başka Lakapla Değiştirme
Propagandacı muhataplarını etkilemek için genellikle lehte ya da aleyhte olan deyimler kullanılır; bu deyimler duygusal çağrışımlara sahiptir. Bundan dolayı ‘Komünist’ ya da ‘Rus’ yerine ‘Kızıl’, sendika liderleri için ‘sendika patronları’ kullanılır.
3.Seçme
Propagandacı karmaşık gerçekler yığınından yalnızca amacına uygunluk arzedenleri seçer.
4. Tümüyle Yalan
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki hammadde olarak insan kullanan sabun fabrikaları hikayelerinden Hitlercilerin büyük yalan tavsiyelerine kadar yalan, propagandacıların her zaman sermayelerinin bir parçası olmuştur.
5.Tekrar
Propagandacı, ifadelerini yeterince tekrarladığı takdirde zaman içinde muhataplarınca kabul edileceğinden emindir. Bu tekniğin bir değişik şekli sloganların ve anahtar kelimelerin kullanılmasıdır. Örneğin; ‘Herkese Adil Pay’
6.İddia
Propagandacı nadiren tartışır. Tezi lehine iddialar ileri sürme konusundaysa cesurdur.
7. Düşmanın Tanımlanması
Propagandacı, yalnızca bazı şeyler lehine değil, ama aynı zamanda bazı gerçek ya da mutasavver düşmanlar aleyhine de olan bir mesaj ileri sürmesi halinde düşmanın tanımlanması faydalıdır.
8. Otoritenin Teyidine Sığınma
Otoriteye sığınma telkinin tabiatında vardır. Kendisine sığınılan otorite, tanınmış bir politik kişiliğe bağlı olarak dini otorite olabilir.
Onsekizinci yüzyıl toplumu inançlar üzerine kuruludur; insanların ilgilerinde doğal bir ahenk vardır. Ondokuzuncu yüzyıl ortalarından itibarense yeni fikirlerin etkisiyle görüşler değişmeye başlar. Bu yeni fikirlerin en önemlileri:
1- Politik hayatta gerçekten önemli konuları karara bağlamada uzmanların gerekli olduğunun varsayılması;
2- İnsanın mantık dışı oluşu inancı;
3- Rousseu’nun tüm halkın egemenliği, yani kitle demokrasisi doktrini;
4- Marks ve Engels’in sınıf mücadelesini keşfetmeleriydi.
Wright Mills’in belirttiği gibi:
“Siyasi lider konuşmasını uygun kişilerle temas kurarak milli bir yayın ağıyla yapar ve bu konuşmayı liderin hiç bir zaman görmediği ve görmeyeceği milyonlar izler. Bu ‘fikir işi’ içerisinde kamu yönlendirilir.”
John Vaizey’in kitabı Educatıon for Tomorrow şu önermeye dayalıdır:
“Eğitim için para harcamaya değer, çünkü eğitim ekonomiye yardım eder; çünkü eğitim, canlı bir ekonominin işbirliğinin devam etmesine imkan veren her düzeyde vasıflı işçi gruplarının meydana gelmesini sağlar.”
SİYASAL PROPAGANDA
Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllar İngiltere’sinde hem Endüstri Devrimi hem de arazi çevirmelerine zenginler sebep olmuşlardı.
Şöyle olduğu görülüyor:
a-)Tüm kitle hareketleri bağlılarını aynı tip insanlar arasından bulur alırlar ve aynı tip kafalara hitap ederler;
b-)Bu tür hareketler genellikle birbirinin rakibidir, birisinin taraftar kazanmış oluşu diğeri için bir kayıptır;
c-)Tüm kitle hareketleri birbiriyle değiştirilebilir, ve birisi kendisini kolaylıkla diğerine dönüştürebilir. Dini bir hareket toplumsal bir devrim ya da milli bir harekete dönüşebilir.
Naziler, Fransa’daki devrimciler, Rus ve Çin Komünistleri dine karşıydılar, ya da mevcut bulunan asıl dini kendilerininki ile değiştirmeye teşebbüs etmişlerdir. Naziler ve Komünistler kendi velilerini, kendi merasimlerini, resmi kitap ve sansür kategorilerini, davranış düsturlarını, ilahi ve şarkılarını meydana getirdiler. Fransız devrimi tüm ülke boyunca sunakları “bir vatandaş doğar, yaşar ve vatan için ölür” kitabesiyle kurulan yeni bir din ortaya koyar. Rus Komünistleri durumların değişmesine göre kendi dini kitaplarını yeniden yorumlamışlar, ve hatta, her bir kaç yılda tarihi yeniden yazmışlardır. Fizik ve zihin olarak sağlıklı olan bir kişi problem başlatamaz.
Devrimci liderler şu kategorilere mensupturlar: Toplumda kabul görmemiş olanlar, azınlıklar, toplumsal uyumsuzlar, akli dengesizler, iktidar arayıcıları, kıskanç aşağı-orta sınıf, gayrı memnun eski askerler ve kendilerine olan inançlarını kaybetmiş olan benciller. Bu tür kişiler özgürlük adına konuşuyor olabilirler; onları motive eden asıl şeyse Erich Fromm’un tanımlamış olduğu gibi ‘özgürlük korkusu’dur.
Hitler, Napolyon ve kendisini hep Asyalı olarak tanımlamış olan Stalin yönetmek üzere gelmiş oldukları ülkelerin dışından kişilerdir. Bunların çoğu yapı olarak ufak tefektir ve çoğu yoksul sayılabilecek ailelerdendir. Tüm bunların da üstünde olarak bunların hiç birisi profesyonel politikacı değildi; devrimci için siyasal tecrübe bir handikaptır.
Psyopathology ana Politics isimli eserinde Harold Lasswell’in belirttiği gibi:
“Umuma ilişkin faaliyetlerin mahrem temelini keşfettiğimizde klasik ‘politik motivasyon’ tasavvurumuzun insan hayatının çeşitli oluş gerçekliğinden tuhaf bir şekilde uzak düştüğünü görürüz.”Rousseau’nun paranoyak olduğunu, Napolyon’un cinsel organlarının kısmen körelmiş olduğunu, Alexander, Caesar ve Blücher’in alkolik olduklarını, Calvin’in egzema, migren ve böbrek taşı ağrılarından muzdarip olduklarını, Bismarck’ın histerik, Lincoln’un kasvetli olduğunu ve Marat’ın da mafsal iltihabı, şeker hastalığı ve egzamayla dertli olduğunu bilmek yeterli değildir.
“Herhangi bir açık işi “kusurlu” kılan ana faktör failin diğer kişileri dikkate almaksızın davranma hakkı iddiasıdır. O bunu hırsızlıkla ya da öldürme yoluyla yapabilir, ya cezasını çeker ya da toplumsal model içinde belli sınırlar içinde iddiasını tartışılamaz yapma imkanı veren bir yer bulabilir. Bu tür kabul edilmiş ya da kabul edilebilir kusurluluk için fırsatlar neredeyse tamamen iktidar(güç) modeli içerisinde bulunur.”
Açık bir şekilde, Nazi dönemi boyunca Almanya’yı yönetmiş olan kişiler politikaya kendi kişisel özellikleriyle girmişlerdir; gerçekten, zayıflığı kendisini topluma empoze etmeye götüren Hitler yukarıda sözü edilen tüm niteliklere sahiptir. Alman değil bir Avusturyalıydı, işçi sınıfı kökenli değildi ama mütevazi bir ailedendi, öfkesi burnunun ucunda bir askerdi, histerik ve paranoyak ve ayrıca başarılı olamamış bir sanatçıydı.
Hasta bir grup hasta bir lider seçer.
Hitler, Alman halkının gerçekten ne hissettiği konusunda sezgisel bir anlayışla Komünistlerden daha başarılı olmuştur, bundan dolayı da propaganda örgütü vasıtasıyla onlara duymak istedikleri şeyleri söyleyebilmiştir.
Stıesemann Almanlar hakkında şöyle söyler: “Onlar yalnızca günlük yiyecekleri için dua etmezler, günlük hayalleri içinde dua ederler.”
Hayal kırıklığına uğramış kişiler acı çekmek ve kendilerini davaya feda etmek isterler. Hayal kırıklığına uğramış kişiler doğal saf dilliklerinden başka aldatılmış olmaktan hoşlanırlar. Sonuç olarak, hayal kırıklığı içindeki kişiler nefret etme ihtiyacı içindedir çünkü nefret, başkalarıyla paylaşıldığında tüm birleştirici duyguların en güçlüsüdür.
Öfke dejenerasyon(ki kendinden nefret etmedir.) için büyük çözücüdür. Herman Rauschning’in belirtmiş olduğu gibi; “Yürüme kişinin yürüyüşlerini değiştirir. Yürüme düşünceyi öldürür. Yürüme kişiliği sona erdirir.”
Faşizm milletin gücünü yüceltir, milletin büyüklüğünü göstermek için tarih ders kitaplarını yeniden yazar ve milli olarak kabul edilen insan tipinin üstünlüğünü göstermek için bilimi saçmalığın akıl almaz bir fandangosu(hareketli bir İspanyol dansı) olarak yeniden modellendirir; sayılamaz ölçüde düşman sahibidir ve birçok şeye karşıdır, ancak, somut biçimde hiçbirşey içindir.
“Almanlar gayretli bir biçimde itaatkardır. Dünyadaki en az felsefi şey olan güce saygı ve bu saygıyı hayranlığa dönüştüren korkuyu açıklamak için felsefi akıl yürütmeler kullanılır.”
Faşizm milliyetçidir, Komünizm uluslararasıdır. Faşizm ihraç edilmek için değildir, Komünizm ihraç edilmek içindir. Faşizm kendisine sahip bir doktrine sahip değildir; Komünizmse böyle bir doktrine sahiptir. Faşizmin açık niyetleri ilk dönemlerin politika ve ahlak filozoflarının savunduğu doğrulara karşı işlerken, Komünizmin açık niyetleri herhangi makul bir kişiye hitap edebiliyorlardı. Ateizm komünizmin açıkça ifade edilmiş olan dogmasıdır.
“Kan”, “toprak”, “ruh”, “millet” kelimelerini vücutta dolaşan sıvıdan, bilinen anlamıyla topraktan, ilahiyatta kullanılan bir kavramdan ve halktan başka bir şeyleri kastedenler basiretli kişiler tarafından nihai olarak Hitler’in “Blut und Boden”, “das Volk” ve ebedi Alman “die Seele” yönüne götüren eğilimlere sahip kişiler olarak görülürler. Onlara özgü olmamakla birlikte “izm” ekini kullanmaya Komünistler çok düşkündür.
Komünistlerin yönettiği ‘halk cephesine katılmaya hazır olmuş bir kişi’ ilericidir; böyle bir katılmaya hazır olmayan kişi ise ‘reaksiyoner’dir. Benzer şekilde; özgürlük de Komünist bir toplumda yaşamaktır. Çünkü; Komünist olmayan toplumlarda yalnızca yönetici sınıf özgürdür; ezilmiş ve sömürülmüş kitlelerin oluşturduğu geri kalan kısım yönetici sınıfın aldattıkları ve hizmetkarlarıdır.
Novy Mir isimli edebiyat dergisindeki hatıralarının en son bölümünde İlya Ehrenburg tarafından “...Tanıdığım çevre içinde yarının ne getireceğini hiç kimse bilmez, ve geceleri tüm ev asansörün sesini dinlemeye durur” şeklinde güzel bir biçimde tanımlanmış olan gece yarısı kapısına vurulma korkusu kalkmış olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder