1
Her sene Üstad’ı anma günü gelince, biz Büyük Doğu-İBDA bağlıları, sancılar içinde kalırız. Bütün bir yıl boyunca Üstad’ı tek kelime olsun hatırlamayanlar, Mayıs ayının son haftası gelince birdenbire O’nu hatırlamanın zorunluluğu karşısında kalırlar ve bir takım uyduruk güzellemelerle Üstad’ı övmekte herkesten ileriye geçmeye çalışırlar.
Üstad’ı anma günü gelince Üstad’dan övgüyle bahsetmek kötü bir şey değildir ama, Üstad’ı övermiş zannı içinde Üstad’ın mânâsına kıymak, affedilmez bir suçtur. Bazıları bu suçu bilmeden, bazıları da kasıtlı olarak işlerler. Bilmeden işleyen, uyarılınca doğruyu anlar ve hatâsını bir daha tekrarlamaz. Eğer bu suçu işlemekte ısrar ediyorsa, artık onu uyarmak gerekmez; başına her ne musibet gelirse, hak etmiş sayılır.
Çünkü Üstad, öyle her isteyenin her istediği gibi ağzına alabileceği isimlerden değildir. Üstad’dan bahseden, O’nun mânâsını bilmek zorundadır; veya en azından, O’nun mânâsını bilmeye ve anlamaya dönük samimî bir gayret göstermelidir. Yoksa iş “o mânâya kıymak” şeklini alır ki, böylelerini bekleyen âkıbet, mânâya kıyanları bekleyen âkıbet olur.
Bunlar, Üstad hakkında ettikleri ileri geri lâfların başlarına ne çapta belâlar getireceğini hesab etmezler. Kıyıda köşede ettikleri lâfların, ettikleri kıyıda köşede kalacağını, kimsenin duymayacağını zannederler. Veya üstünden birkaç zaman geçince unutulacağını düşünürler. Bu, kötü bir aldanıştır. Üstad, hakkında edilen lâflar edildiği yerde kalacak kimselerden değildir. Üstad, hakkında edilen lâflar unutulacak kimselerden de değildir.
Öyleyse, artık Üstad’ı anma günü gelince kendini Üstad’ı övmek zorunda hissedenlerin uymaları gereken bir ölçü var: Üstad’ın mânâsına kıymamak… Üstad’ın mânâsının ne olduğunu bilmek… Üstad’ın mânâsını bilmeden edilen lâfların, gün gelip edenin başına dert açabileceğinden kuşku duymamak… Tek kelimeyle, Üstad’ın mânâsını İBDA’dan öğrenmek ve ondan sonra Üstad hakkında söz söyleyecek ehliyete erişmek…
2
Üstad hakkında söz söyleyenleri başlıca üç gruba ayırabiliriz: Mü’min, münafık ve kâfir…
Mü’minin alâmet-i fârikası, Üstad’ın mânâsını dosdoğru kavramasıdır. Böyleleri Üstad’ı, hayatının mânâsı olan Büyük Doğu dâvâsından ayırmazlar. O’nu “Büyük Doğu Mimarı” olarak bilirler. Dahası var: “Büyük Doğu Mimarı - İBDA müjdecisi”…
Bu sınıftan olan insanlar, Üstad’ın mânâsını dosdoğru kavradıkları ve O’nun bir ömür kavgasını verdiği Büyük Doğu’nun ne demek olduğunu anladıkları için, “Yürüyen Büyük Doğu – Yaşayan Necib Fazıl” gerçeğini, yerin yedi kat altında olsa, arar ve bulurlar. Zirâ Üstad’ın mânâsını anlayanlar için Üstad, kendi fâni bedeniyle birlikte toprağa gömülecek bir dâvâ kurmamıştır; bir ömür, bu dâvâyı sürdürecek Kumandan’ı aramış, sonunda bulmuş ve bulur bulmaz da doğrulamıştır.
Bu gerçeği ancak mü’minler görebilir. Onlar, içinde yaşadıkları zaman devresinin hakikatini kavramış olanlar ve “Büyük Doğu – İBDA” denilince, ne denilmek istendiğini ferasetle anlayanlardır. Eğer bu devirde bu gerçeği kavrayanların sayısı üçü, beşi geçmiyorsa, bunun anlamı, bu devirde mü’minlerin sayısının üçü, beşi geçmiyor olmasıdır. Gerisi boş çabadır.
“Kişi, hakikatini, hakikatin hakikatinde takib edebildiğince hürdür” der İBDA Mimarı. Bunun bir mânâsı da şudur: Kişi, hakikatini, Büyük Doğu – İBDA’ya nisbetle ölçülendirebildiğince hürdür; dünyada vazifesini, Büyük Doğu – İBDA karşısındaki mesuliyet ve mükellefiyetine göre tayin edebildiğince… “Gerisi kütük soyu vesikalı zenneler”…
Üstad’ı “Yürüyen Büyük Doğu – Yaşayan Necib Fazıl” mânâsı mucibince anlamış olanlar için, O’nun şairliği, piyes yazarlığı, tarihçiliği, fıkra muharrirliği, hâsılı kavgaya dair ortaya koyduğu hiçbir eseri, “ikinci plânda” veya “ihmal edilse de olur” şeyler değildir. Bunlar Büyük Doğu – İBDA mücadelesinin, tek hecesi bile cihan değerinde ana sermayeleri, temel kaynaklarıdır. Zaten bunların hepsini bir bütün olarak görebilecek ve mânâlarını saptırmadan değerlendirebilecek olan, mü’minlerdir.
Onlar, Büyük Doğu İdeolocyası’nı başa alırlar, İman ve İslâm Atlası’nı onun yanına koyarlar ve Çile’yi bunların ışığı altında okurlar.
3
Münafıkların alâmet-i farikası, Üstad’ın eserlerini birbirinden ayırmaları ve bir kısmını benimseyip, bir kısmını benimsememeleridir. Üstad’ı anma günlerinde en çok bunların sesi çıkar ve ruhlarının derinliğinde Üstad’ı hiç sevmemelerine rağmen, Müslüman kalabalıkların başında görünme dünyalık gayesiyle, Üstad’ı öve öve bitiremezler.
Övdükleri de nedir? Şöyle şairdi, böyle sağcıydı… Yahu sen Büyük Doğu İdeolocyası’ndan tiksinen, onun mânâsından zerrece anlamayan değil misin; Üstad’ın bu mânâdan süzülme şiirini ne zaman anladın da, üstüne konuşmaya başladın? Ne çabuk anladın da kendi düzen yardakçılığına –sağcılık- hayatı zındanlarda geçmiş düzen karşıtı adamın mânâsını yamadın?
Şunu dinle:
“Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde…”
Çile’nin milyonlarca okunmuş bu ilk mısrâlarının bile mânâsını kavramaktan âcizsin! “Başyücelik Devleti” denince, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçansın; bu gördüğün şiir, Başyücelik Devleti’nin 1 nolu bildirisidir! Sen hangi edebiyat eğitiminle hangi şiirin mânâsını açıklarsan açıkla, Çile’nin gölgesine bile yaklaşamazsın!
Dedik ya, bunlar aslında Üstad’ı övmezler; Müslümanlar’ın karşısına geçip övermiş gibi yaparak, alttan alta yermeğe çalışırlar. Kin kusarlar. Üstad’ı, o devi, cüceliğin ipleriyle bağlayıp kendi çirkin seviyelerine düşürmek isterler. Üstad, niçin tam da onların istediği gibi bir adam olmamıştır diye, niçin tam da onlar gibi biri olmamıştır diye, onu bir kaşık suda boğmak isterler. Evet, Üstad onlar gibi sigortalı, bordrolu memur olmamıştır; bütün vazifelerden istifâ ederek, imanının feyezanıyla kavganın sularına atılmıştır. O yüzden sevmezler.
Üstad’ı “şair, sağcı, bilmemne” diye övmeye çalışanların ekserisine bakın, yüzündeki “münafık” damgasını görürsünüz. Bunlardan, samimî olan, hakikati bildiği halde konuşamayan çok az kimse vardır ki, onlar da bilip de konuşamadıkları için sorumludurlar.
4
Üçüncü grup, kâfirlerdir; “hakikati örtenler”… Onlar, aşağıda bir örneğini göreceğiniz gibi, Üstad’a sövüp sayan, O’na olan memleket dolusu sevgiyi küçültmeye uğraşanlardır.
Böylelerinin hangi siyasî kesimden olduğuna veya dinî vecibelerine ne kadar bağlı göründüğüne bakmayınız. Nasıl ki, bir adam hem mü’min olup, hem mü’minlere sövemezse, böyleleri de hacı, hoca takımından görünme gayretlerine rağmen, kalblerinde iman nurundan zerre miktarda bulunmayanlardır. Bir adam, hem dinine bağlı olacak, hem de Üstad’a sövecek; güldürmeyin bizi!
Kâfirlerin bir kısmı açıktadır. Onların hayatı İslâma karşı mücadele içinde geçmiştir. Böyleleri, genellikle Üstad’dan bahsetmemeye, O’nu “o kadar da mühim bir adam değil”e getirmeye çalışırlar. O’nun hakkında konuştuklarında da, ya apaçık kötülerler veya Üstad’ı –hâşâ- içki içen, kumar oynayan, hâsılı tıpatıp kendileri gibi olan biri şeklinde takdim etmeye kalkarlar.
Kâfirlerin gizli kısmı daha tehlikelidir. Bunların alâmet-i fârikaları, Müslüman görünerek Üstad’a küfretmeleridir. Allah Resulü’nün eşine ve Sahabîlerine söven Şiilerin “soydaşı”dırlar. Bunların çehresini Üstad, Büyük Doğu İdeolocyası’nda kalem kalem göstermiştir. Kimi diyanetçidir, kimi milliyetçidir, kimi mealcidir, kimi –sözümona- şeriatçıdır, kimi tasavvufçudur; ama her biri, Büyük Doğu – İBDA deyince kaçacak delik ararlar. Kısacası Üstad, bütün bunlar için, ruhlarındaki pisliği sergiledikleri bir ayna olmuştur. Üstad’a bakışları, onların iman iddialarının ve ihlas pazarlamalarının içyüzünü ele vermiştir.
Vaktiyle Fikrin F’sinde şöyle demiştik:
- Türkiye’de idrak, Necib Fazıl’ı idrak kadardır!
Yine aynı sözü tekrarlıyor ve bunların idrakının ne olduğunu, imanının ne olduğunu, buradan görün istiyoruz. Bir adam, üstelik “aydın” olma iddiasında olan biri, Necib Fazıl’ı hiç görmemişse, O’nu okuyup “mânâsını” anlamamışsa, bir nev’i O’na rağmen varlık iddiası güdüyorsa, başkalarına ne kadar yüksek görünürse görünsün, çok az istisnâsı hâriç, bizim için yeri, bu andığımız kategoridir.
5
Bazıları Üstad’a olan ezelî küfür düşmanlığının sözcülüğünü yapmak tabiatındadırlar. Üstad’ın hayatında böyle kimseler çok olmuştur. Vefatından sonra da böyleleri görülmüş, fırsatını buldukları ânda Üstad’a küfretmeyi ganimet saymışlardır.
Yeni Şafak’tan Kürşat Bumin, sözkonusu küfür ehlinin önde gidenlerinden biridir. Yeni Şafak gazetesi, bu camianın içinden çıkmasına rağmen, bu keferenin küfürnâmesini birkaç gün boyunca yayınlamakta tereddüd etmemiştir. İsrail aleyhinde yazılar yazan muharririni, İsrail’i gücendirmemek için tasfiye eden Yeni Şafak, Kürşat Bumin adlı kefereye hiçbir tepki göstermemiştir.
Olayı hatırlayalım: Başbakan Erdoğan, Üstad’ı anma gününde, “O hâlâ bizim ilham kaynağımızdır” mealinde bir konuşma yapmıştı. Bu konuşma, Kürşat Bumin’i çok rahatsız etti. Tuttu, sözkonusu küfürnâmeyi neşredip, Başbakan’ı Üstad’dan soğutmanın gayretine girişti. Onun kefere kafasına göre, güyâ Başbakan gibi büyük bir adam, Üstad gibi küçük bir adamı sevemezmiş. Bu onun kendine haksızlık etmesi olurmuş! (Puşt, on tane başbakanı üst üste koysan, Üstad’ın tırnağı etmez!)
Adından da anlaşılacağı gibi, bu tip, hiçbir Müslümanın hakkında en küçük bir sempati besleyemeyeceği cinsten, dinle, imanla alâkası olmayan biridir. Üstad’da yerdiği şeyler, Üstad’dan önce, Allah Resulü’nün getirdiği ölçülerdir: İslâm’da heykel yasağı, dans yasağı, içki yasağı gibi… Üstad, sanki bu ölçüleri kendisi koymuş, İslâm’da böyle bir şey yokmuş gibi bir pislik psikolojisinde, Allah Resulü’ne olan buğzunu, Üstad’ın şahsında açığa vurmuştur. Gayretinin, Üstad’a olan inancı, Üstad’a olan inançla birlikte İslam’a olan inancı ortadan kaldırmak olduğu açıktır.
Kendisi, maddece yarım kalmış, ruhça tam olmuş bir i…dir. Ne kadar i… yetiştirilirse o kadar çağdaş olunacağını savunan Amerikan demokrasisine tapınır. Bütün gayreti de, hükümeti ve Yeni Şafak okuyucusunu bu “çizgiye” çekmektir. İdeolocya Örgüsü’nün bu meşrebte biri için “kâbus” olmasını anlamak zor değilidir. Zirâ İdeolocya Örgüsü, “fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar” böyleleriyle savaşmanın şaheseridir; bir kefere, bir i… , bir Amerikan salatası, elbette ona tahammül edemez.
Böyleleri, kendileri için olduğu gibi, kendilerine kucak açanlar için de, apaçık cehennem habercileridir.
6
Üstad’ı anma günlerinde kendini en fazla öne atanlardan biri de Mustafa Miyasoğlu’dur. “Bir Necip Fazıl uzmanı” olarak kartvizit bastırmış mıdır bilmeyiz ama, kendine Üstad’ı “meslek” olarak seçtiği ortadadır. “Büyük Doğu” demeden, “Başyücelik Devleti”nden bahsetmeden, “bir Necip Fazıl uzmanı” olmak ne kolay, ne eğlenceli, ne kazançlı bir yoldur.
Bu adam, bir edebiyat meraklısıdır. Üstad’ı da kendisi gibi sanır. O’nun şiirlerini alır karşısına, “ne derin mânâları olduğunu”, mânâlarından hiç anlamadan, bıkıp usanmaksızın düşünür durur. Ne lüzumsuz bir fedâkârlık! Bir adam, bir şeyin mânâsını hiç anlamadan, o şeyin mânâsı üzerinde bıkıp usanmaksızın durup düşünme gayretini nereden bulur?
Hani bu şuna benzer: Karşınıza hiç anlamadığınız dilde yazılmış bir kitabı alın, onun üzerinde bıkıp usanmadan yıllarca düşünün. “Deli misin?” derler adama. Ama aldanmayın; Miyasoğlu deli falan değil, bilâkis pek uyanık biridir. Bu iş, onun bir nev’i “prestiji”, “kariyer”i olmuştur. Asıl kabahat kendisinde değil, kendisini kaval dinleyen koyunlar gibi dinleyip, ona şunu sormayanlardadır:
- Yahu Miyasoğlu, sen Üstad’ın şiirinin ne derin mânâları olduğunu anlata anlata bitiremiyorsun ama, o şiirlerin üzerinde “Made in England” gibi bir asalet mührü olan “Büyük Doğu” mânâsından hiç bahsetmiyorsun. Üstad, İman ve İslâm Atlası’nı niye yazmıştır, Büyük Doğu İdeolocyası’nı kime ithaf etmiştir, Başyücelik Devleti bir masal mıdır, gerçek midir… hiç oralı olmuyorsun. Üstelik tutup, “tek kelimemin bile boşa gitmediğine inanıyorum” dediği mânâyı karalayıp, onun yerine kendi edebiyat taşkafanı takdime kalkıyorsun. Bir köşede sıkıştırılıp tekme tokat uyarılıyorsun, ama köpek b.. yemekten usanmaz misâli, bir süre sonra yine aynı yâveleri sürdürüyorsun. Yeter artık, in Üstad’ın sırtından! Sen madrabaz mısın, lâftan anlamaz mısın?
Pekâlâ, biz yine kaba olmayalım da şunu bilelim:
- Miyasoğlu kıratında adamların Üstad’ı anlama gayreti, körlerin fili tarifine benzer. O’nu “ölmüş gitmiş şair ve dâvâ adamlarından biri” sanırlar. O’nun “Sultan ibn-i Sultan “hesabı, “Velî elinde yetişmiş Velî” olduğundan habersizdirler. Bundan dolayı, şiirine de, dâvâsına da yabancı kalırlar.
7
Geçen yıl bir gazetede yayınlanan demecimizde bizim şöyle konuştuğumuzu hatırlayanlar olabilir:
- “Bana 20’nci yüzyılın en önemli adamı kimdir diye sorarsanız, hiç düşünmeden, “Necib Fazıl” cevabını veririm; İslâma Muhatab Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştiren adam… Batı’da en önemlisi kimdir diye sorarsanız, cevabım Çörçil olur; 20’nci yüzyılın haritasını büyük ölçüde o çizmiştir, kendileri tam olarak emin olamasalar da bir çok milletin hakikî babası, “büyük kurtarıcısı” odur. Bu her ne kadar kan ağlatıcı bir gerçekse de…”
Çörçil’i bir kenara bırakalım; bu tesbite katılabilirsiniz, katılmayabilirsiniz… Fakat “İslâma Muhatab Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştirmek” ne demektir, biraz bunu anlamaya çalışalım.
Her şeyden önce bunu söyleyen, yani bize ve bütün insanlığa öğreten, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’dur. Yani Necib Fazıl’daki “Yürüyen Büyük Doğu – Yaşayan Necib Fazıl” gerçeğini tesbit eden ve “Büyük Doğu – İBDA” olarak hayata geçiren… Ve Necib Fazıl’ı ilk defa dünyaya şöyle takdim eden:
- “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte içinde bulunduğumuz çağın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıztırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam…”
İşte, bize göre, “İslâma Muhatab Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştirmek”, bu demektir. Beş asırdır kaybedilmiş zaman ölçüsünü yakalayan ve insanoğlunun oluş ıztırabını İslâmın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam, bize göre, İslâma Muhatab Anlayış’ın dünya görüşünü örgüleştiren adamdır. Ve “mânâ mânâ ile bilinir” hesabı, bu adamı bize tanıtan adam, Büyük Doğu’nun tek varisi ve ona nisbetle İBDA’nın kurucusu, Salih Mirzabeyoğlu… Biz sözümüzü işbu mânâ ışığından hissemiz hâlinde söyledik.
Öyleyse, Üstad, bazılarının zannettiği gibi “büyük bir şair” olmadan önce, ne azîm bir dâvânın sahibidir! Ve O’nun ömrünün son deminde “elime bir genç geçti, pir geçti, kendi geldi!” şeklinde tanıdığı, Raporlar’da “başbaşa” hakikatini şahid olduğu, Büyük Doğu İdeolocyası’nı ve “İslamı yenileme” dâvâsını ithaf ettiği ve “Bundan sonra onlar benim arkamdan gelmeyecekler, ben onların arkasından koşacağım” dediği İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu….
8
Her kim bu mânâyı görmeyerek, saklamaya çalışarak ve inkâr ederek Üstad’ı anmaya kalkarsa, onun yeri mezbeleliktir. Bu ne çirkin bir şeydir, tasavvur etmeye çalışınız: “Bize Sokrat’ı tanıtan Eflatun yoktur, sadece Sokrat vardır” demek gibi bir safsata… “Leyla diye çöllere düşen Mecnun yoktur, sadece Leyla vardır” demek gibi bir kancıklık…
Bu safsatanın peşinden gidenler ve bu kancıklığı edenler çok olmuştur. Ama onların çok olması bir şeyi değiştirmez. “Güneş balçıkla sıvanmaz” demişlerdir. Bugünden yarına kalacak olan, ne bugün, ne yarın, sadece “güneşin hakikati”dir. Sokrat’tan sonra Eflatun’u inkâr edenlerin kaçının ismini biliyorsunuz? Mecnun’a “mecnun” deyip Leyla’ya övgü düzenlerin kaç tanesini sayabilirsiniz. Halbuki bunlar da sayıca çoktu; ama “güneşin hakikati”ni değiştiremediler.
Böyle alçakların özellikle düzen tarafından beslenip büyütüldüğünü biliyorsunuz. Geçen sayıda “ne yaparsanız yapın ama, onlarla bir araya gelmeyin” diye bütün gruplar arasında yılanlar dolaştırıldığını duyurmuştuk. Çoğunun zaten bir dâvâsı olmadığı için, sadece müessesesi ve ticareti olduğu için, müessesesini ve ticaretini korumak kaygısıyla bizden uzak kaldıklarını tahmin edersiniz. Bunların pek çoğunun kaçkınlıklarına mazeret devşirmekte zorlanmadığını da… Bazısı da bize gelip şöyle itiraflarda bulunmuşlardır:
- Biz sizi çok seviyoruz ama, bir arada görünemeyiz; üzerimizde çok baskı var!
Yani “siz” dediği, bizzat “Yürüyen Büyük Doğu – Yaşayan Necib Fazıl” mânâsı; tek kelimeyle “Büyük Doğu – İBDA” dâvâsı… Bu dâvâyı tanımaksızın Üstad’ı anmaya soyunanların, O’nun mânâsına nasıl bir ihanet içinde olduklarını, sanırız hayatın kendisinden alınmış bu misâl, fazlasıyla açıklıyor. Zirâ Büyük Doğu – İBDA varsa her şey var ve Büyük Doğu – İBDA yoksa hiçbir şey yok…
Kuşlar ve yılanların masalı bunu anlatıyor; kahramanlarından biri yükselmeye, diğeri alçalmaya dair olarak…
Furkan Dergisi, Mayıs 2009
DİĞER MAKALELER
- Fikrin F'si / Elif: Gündem Büyük Doğu / Üstad'ın Çocukluğu
- Fikrin F'si / Elif: Gündem Büyük Doğu / Şair Namzedi
- Fikrin F'si / Elif: Gündem Büyük Doğu / Büyük Doğu
- Fikrin F'si / Elif: Gündem Büyük Doğu / Aydınlar Aristokrasisi
- Bu Yurdun İnsanları ve İnsan
- Aydın Meselesi, Hasan Bülent Kahraman ve İslam Estetiği
- Dr. Hawari Kayser'in "Kuantum ve Ötesi" Kitabı Vesilesiyle
http://www.yeniakademya.org/ SİTESİNDEN ALINTIDIR.
http://www.akademya.up.to/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder