Dr. Veli Sırım (Bu yazı Kişisel Gelişim Dergisinin Ocak-2005 sayısında yayınlanmıştır. http://www.kisiselgelisimdergisi.com/mod.php?mod=publisher&op=viewarticle&artid=13)
Makale
Ford'un açtığı bu çığır, kısa zaman içinde Amerika ve diğer Batı ülkelerini kitlesel üretim yapan fabrikalarla doldurdu.Üretmek güzeldi, ama tüketen olmadıkça bir anlamı yoktu. Üretilenin tüketilmesi, bir başka ifadeyle TÜKETTİRİLMESİ gerekiyordu. Bunun için prensip olarak "ihtiyaçların sınırsız ve arzuların doyurulmaz olduğu" anlayışından hareket edildi ve o doğrultuda çözümler arandı. Derken, zamanla bütün dünya insanlarını ahtapotun kolları gibi kavrayacak bir formül bulundu: "Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için, çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket."Bu formülün uygulanması son derece kolay oldu. Çünkü çıkarılan her yenilik kısa bir zaman sonra yerini bir başka yeniliğe bırakıyordu. Ürünler genellikle tek veya az kullanma özelliğiyle üretiliyor, böylece uzun süreli kullanımın önüne geçiliyordu. Ayrıca yapılan reklamlar ve propagandalarla yenilikleri takip etme, lüks tüketim ve markalar sosyal statünün bir gereği olarak yansıtılıyordu. Böylece insanların arzularını tatmin dereceleri sürekli olarak daha yükseklere çekildi.TÜKETİM KÖLELİ?İNE ADIM ADIMBu esnada insanlık iki dünya savaşı yaşadı. Özellikle İkinci Dünya Savaşının ardından gelen soğuk savaş yıllarında başta silah üretimi olmak üzere, kontrolsüz bir üretim gerçekleşti. Özellikle savaş yıllarında silah sanayiine büyük yatırımlar yapan patronlar, soğuk savaş döneminde ister istemez başka sektörlere kayma ihtiyacı duymuşlardı. Bu durum üretimle tüketim arasındaki dengeyi büsbütün bozmuştu. Üretim fazlalığı, ister istemez Batı ülkelerini ekonomik durgunluğa sürükledi. 1960'lı yıllara gelindiğinde Batı ekonomilerini çöküşün eşiğine getiren durgunluğun imdadına bir "cankurtaran" yetişti: TELEVİZYON. Televizyon, tıpkı Truva Atı gibi kısa zamanda hemen her eve girdi. Hayata giren ve hayatı istediği gibi yönlendiren cam ekranla birlikte, tüketim her geçen gün daha da büyüdü ve bir canavara dönüştü. İnsanlar o canavarın gönüllü birer kölesi oldular.NE KADAR TÜKETİM, O KADAR MUTLULUKTüketimden çok büyük kârlar elde eden üreticiler mutluluğun ölçüsünü "NE KADAR TÜKETİRSEN" şeklinde koymuşlardı. Çünkü sonsuz ihtiyaçlar ve arzular sürekli tüketimle tatmin edilebilirdi. Ancak kitle iletişim araçları ve özellikle reklamın büyülü gücü kullanılarak insanlara "Sen de bir kral olabilirsin, sen de zirveye çıkabilirsin" telkinleri yapıldı. Durmadan harcayan ve en lüks, en gösterişli hayatı yaşayan kişiler örnek olarak gösterildi. İnsanlar bu yolla bir prestij yarışına sokuldu. Gerçi yer yer "Kendinize daha fazla zaman ayırın, özgürlüğün tadını çıkarın" gibi söylemler de duyuluyordu. Ama bunu söyleyenlerin çoğu, yine yeni geliştirilen ve hayatı kolaylaştırma iddiasıyla piyasaya sürülen "teknoloji harikası" bir ürünün tüketilmesi ve tükettirilmesi amacını taşıyorlardı. Bu telkinlere kapılan insanlar, çıkan her ürünü alabilmenin yollarını aradılar. Bütün gelirlerini harcamaya ayırdılar. Bu da yetmeyince borçlandılar. Bankaların "câzip" kılıfı altında sundukları borç bataklığına gönüllü olarak girdiler.Ve Batı dünyası tüketim toplumunun tipik örneği olarak, "atmaya hazır" insanların ve "atılmaya hazır eşyaların" arenası haline geldi. Hem de, "Para en yüce değerdir; zengin ol da nasıl olursan ol; en büyük başarı zengin olmaktır; yeter ki köşeyi dön, nasıl döndüğün önemli değil" gibi sloganların acımasızca uygulandığı bir arena.Batı toplumu 20. yüzyıl boyunca işte bu zihniyetle çalıştı, üretti ve tüketti.Sonuçta insanlara vaat edilen kendine ve sevdiklerine ayırabileceği boş zaman, mutlu ve özgür bir hayat iddiaları kof birer iddiadan ibaret kaldı. Rahat yaşam ise boş bir hayal olarak kaldı ve insanlara adeta şöyle denildi:"Rahat yaşamak için hayat boyu sıkıntı çek!"Elbette, hızla yayılan ve tüm insanlığı tehdit eden tüketim virüsüne karşı antivirüsler de ortaya çıktı. Hem de, yine tüketim hastalığının kronikleştiği zengin Batı ülkelerinde. Bizim şimdilerde farkında olmadan, zoraki gittiğimiz bu yollardan Batı dünyası çoktan geçmiş; hattâ geri dönüşe geçmişti. İşte bu geri dönüş serüvenini gelecek sayıda ele alacağız. Sadece mutlu bir yaşam dileklerimle.
http://www.kisiselgelisimdergisi.com/mod.php?mod=publisher&op=viewarticle&artid=13
Makale
Ford'un açtığı bu çığır, kısa zaman içinde Amerika ve diğer Batı ülkelerini kitlesel üretim yapan fabrikalarla doldurdu.Üretmek güzeldi, ama tüketen olmadıkça bir anlamı yoktu. Üretilenin tüketilmesi, bir başka ifadeyle TÜKETTİRİLMESİ gerekiyordu. Bunun için prensip olarak "ihtiyaçların sınırsız ve arzuların doyurulmaz olduğu" anlayışından hareket edildi ve o doğrultuda çözümler arandı. Derken, zamanla bütün dünya insanlarını ahtapotun kolları gibi kavrayacak bir formül bulundu: "Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için, çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket."Bu formülün uygulanması son derece kolay oldu. Çünkü çıkarılan her yenilik kısa bir zaman sonra yerini bir başka yeniliğe bırakıyordu. Ürünler genellikle tek veya az kullanma özelliğiyle üretiliyor, böylece uzun süreli kullanımın önüne geçiliyordu. Ayrıca yapılan reklamlar ve propagandalarla yenilikleri takip etme, lüks tüketim ve markalar sosyal statünün bir gereği olarak yansıtılıyordu. Böylece insanların arzularını tatmin dereceleri sürekli olarak daha yükseklere çekildi.TÜKETİM KÖLELİ?İNE ADIM ADIMBu esnada insanlık iki dünya savaşı yaşadı. Özellikle İkinci Dünya Savaşının ardından gelen soğuk savaş yıllarında başta silah üretimi olmak üzere, kontrolsüz bir üretim gerçekleşti. Özellikle savaş yıllarında silah sanayiine büyük yatırımlar yapan patronlar, soğuk savaş döneminde ister istemez başka sektörlere kayma ihtiyacı duymuşlardı. Bu durum üretimle tüketim arasındaki dengeyi büsbütün bozmuştu. Üretim fazlalığı, ister istemez Batı ülkelerini ekonomik durgunluğa sürükledi. 1960'lı yıllara gelindiğinde Batı ekonomilerini çöküşün eşiğine getiren durgunluğun imdadına bir "cankurtaran" yetişti: TELEVİZYON. Televizyon, tıpkı Truva Atı gibi kısa zamanda hemen her eve girdi. Hayata giren ve hayatı istediği gibi yönlendiren cam ekranla birlikte, tüketim her geçen gün daha da büyüdü ve bir canavara dönüştü. İnsanlar o canavarın gönüllü birer kölesi oldular.NE KADAR TÜKETİM, O KADAR MUTLULUKTüketimden çok büyük kârlar elde eden üreticiler mutluluğun ölçüsünü "NE KADAR TÜKETİRSEN" şeklinde koymuşlardı. Çünkü sonsuz ihtiyaçlar ve arzular sürekli tüketimle tatmin edilebilirdi. Ancak kitle iletişim araçları ve özellikle reklamın büyülü gücü kullanılarak insanlara "Sen de bir kral olabilirsin, sen de zirveye çıkabilirsin" telkinleri yapıldı. Durmadan harcayan ve en lüks, en gösterişli hayatı yaşayan kişiler örnek olarak gösterildi. İnsanlar bu yolla bir prestij yarışına sokuldu. Gerçi yer yer "Kendinize daha fazla zaman ayırın, özgürlüğün tadını çıkarın" gibi söylemler de duyuluyordu. Ama bunu söyleyenlerin çoğu, yine yeni geliştirilen ve hayatı kolaylaştırma iddiasıyla piyasaya sürülen "teknoloji harikası" bir ürünün tüketilmesi ve tükettirilmesi amacını taşıyorlardı. Bu telkinlere kapılan insanlar, çıkan her ürünü alabilmenin yollarını aradılar. Bütün gelirlerini harcamaya ayırdılar. Bu da yetmeyince borçlandılar. Bankaların "câzip" kılıfı altında sundukları borç bataklığına gönüllü olarak girdiler.Ve Batı dünyası tüketim toplumunun tipik örneği olarak, "atmaya hazır" insanların ve "atılmaya hazır eşyaların" arenası haline geldi. Hem de, "Para en yüce değerdir; zengin ol da nasıl olursan ol; en büyük başarı zengin olmaktır; yeter ki köşeyi dön, nasıl döndüğün önemli değil" gibi sloganların acımasızca uygulandığı bir arena.Batı toplumu 20. yüzyıl boyunca işte bu zihniyetle çalıştı, üretti ve tüketti.Sonuçta insanlara vaat edilen kendine ve sevdiklerine ayırabileceği boş zaman, mutlu ve özgür bir hayat iddiaları kof birer iddiadan ibaret kaldı. Rahat yaşam ise boş bir hayal olarak kaldı ve insanlara adeta şöyle denildi:"Rahat yaşamak için hayat boyu sıkıntı çek!"Elbette, hızla yayılan ve tüm insanlığı tehdit eden tüketim virüsüne karşı antivirüsler de ortaya çıktı. Hem de, yine tüketim hastalığının kronikleştiği zengin Batı ülkelerinde. Bizim şimdilerde farkında olmadan, zoraki gittiğimiz bu yollardan Batı dünyası çoktan geçmiş; hattâ geri dönüşe geçmişti. İşte bu geri dönüş serüvenini gelecek sayıda ele alacağız. Sadece mutlu bir yaşam dileklerimle.
http://www.kisiselgelisimdergisi.com/mod.php?mod=publisher&op=viewarticle&artid=13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder