25 Haziran 2009 Perşembe

TÜRKİYE'DE SİYASAL İSLAM'IN ÜÇ BOYUTU - Rainer Hermann (AKADEMYA DERGİSİNİN 4 EKİM 1996 SAYISINDAN İKTİBASTIR)

Türkiye, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, batı için stratejik ehemmiyetini kaybetmedi, sadece ağırlık noktası değişti. Soğuk savaş sürecinde komünizme karşı Nato'nun ileri karakolu olarak hizmet eden Atatürk'ün Cumhuriyeti, bugün militan İslam'a set olmak durumundadır.
Nispeten demokratik ve laik kabul edilebilecek Türkiye için, "İslam dünyasına alternatif oluşturabilmeli" şeklinde bir görüş mevcut Batıda. Yine aynı Hristiyan batıda Türkiye'yi "kaybedilmiş" kabul eden görüş de hayli yaygın. "İstanbul Boğazı ile Ağrı Dağı arasındaki bu altmış milyonluk ülkenin üzerinde, sessizce yaklaşmakta olan bir İslam ihtilalinin kara örtüsü uçuşmakta" diyor bu görüşün sahipleri ve böylece bütün Türkiye bu acılı hükmün kurbanı olup ülkedeki tüm Müslümanlar "islamcı" yahut "Fundamentalist" olarak damgalanıyorlar.
Türkiye, İslam Dünyasında, demokrasi ve siyasal çoğulculuğun kökleştiği tek ülkedir. Yine Türkiye'de İslam, diğer İslam ülkelerinden daha heterojen bir yapı arzeder. Ne Cezayir ne de İran deneyimleri Türkiye'ye adapte edilemezler. Cezayirliler istiklallerini elde silah Fransızlar'a karşı vuruşarak kazandılar. Türkler ise istiklallerini Atatürk sayesinde hiç kaybetmemişlerdi. Cezayir'de, müflis sosyalist Devlet Partisi tekeli, arkasında büyük bir boşluk bıraktı. Tükiye'de ise, canlı bir fikir dünyası ve farklı fikirlerin mevcudiyeti sayesinde böyle bir boşluk oluşmadı. Tüm toplumsal güçlerin müşterek düşmana karşı oluşturdukları büyük ittifak, İran İslam İnkılabını mümkün kıldı. Türkiye'de, etnik ve dini fay hattı boyunca meydana gelen kırılmalar geniş çaplı ittifakları mümkün kılmamaktadır. Ayrıca, toplumun büyük çoğunluğunun, karşısında birleşip cephe oluşturabileceği tek ve müşterek bir düşman da yok.
Türkiye'de modern İslam'ın seyri Arap ülkelerinde olduğundan daha değişik. Arap İslamı'nı din adamları yenilediler, bu sınıfta dahil olmayan sıradan vatandaş türü eylemci-aktivistler de siyasallaştırdılar. Buna karşın Türkiye'de tarikat mensubu dervişler hem İslam'ı yenileyen kesim oldular, hem de ikinci dünya harbi ertesinde onu siyasallaştırdılar.


1. TÜRK İSLAMI'NIN KARAKTERİSTİĞİ

1.1. Arap dünyasındaki İslama göre farklılıklar

Tüm Yirminci Yüzyıl boyunca İslam, Arap toplumunun birleştirici unsuru olmuştu. Kolonici batı ve onun yerli işbirlikçisi üst sınıflara karşı mücadelenin öncülüğünü yaptı. Yirminci yüzyılda doğan bu siyasal İslam, meydan yerine din adamları tarafından değil hukukçu yahut mühendis kökenli sıradan vatandaş sayılabilecek kesim tarafından taşındı.
Türkiye'de ise durum daha değişikti. Yirmili yıllarda Atatürk Türkiye'deki dini hayatın üzerine koca bir buz kütlesi oturttu ve insanlar nasıl iseler öylece kaldılar, hasseten kırsal kesimde yaşayan derin inanç sahipleri. Dini alanda, Atatürk'ün 1938'de ölümünün ardından, özellikle ikinci cihan harbinden sonra buz kütlesi çözülmeye başladı. Şimdilerde de tamamen eridi gitti ve bu çözülmenin ardından, yirmili yılların dini hayatı, tarikatlar ve cemaatlar tekrar ortaya çıktı.
Bunlar, yüzyıl başında Arap dünyasında da güçlü bir şekilde temsil edilmişlerdi. Sonra da Arap Müslümanlar istiklal mücadelelerinde bazen şiddete meyleden radikal dini hareketler oluşturdular. 1928 senesinde Mısır Müslüman Kardeşler Örgütü kuruldu. Bu eylemci-siyasal İslamcılar, temayülleri iç âleme doğru olan tarikatlerle tenakuza düştüler. Buna mukabil Türkiye'de tarikatler İslami cemaatlerle birlikte dini hayatın merkezinde yer aldılar ve dini yenilenmede Atatürk döneminde gizliden gizliye, yer altında, günümüzde ise açıkça meydan yerinde motor rolünü üstlendiler. .
Netice olarak tarikatler Türkiye'de siyasal İslam'ın doğuşuna öncülük ettiler ve onunla hiç çekişmediler.

1.2. Dervişler dini yeniliği taşıyorlar

19. Yüzyılda İslam dünyasının genelinde mevzi yenilik hareketleri oluştu. Kuzey Afrika'da üst mevkide din adamları ve yüksek bürokratlar buna öncülük ettiler. Bunlardan biri Kahire'deki büyük alim Muhammet Abduh'tur. Anadolu'da ise tarikat mensubu dervişler üstlendiler bu rolü. Dervişler gelenekleri gereği 19. yüzyılın sonundan itibaren, yenilenmenin öncüleri olarak Anadolu'yu dolaşıyor orada müritler buluyor ve yeni cemaatler oluşturuyorlardı. Bunlardan birisi de 1873 senesinde Bitlis'e bağlı Nurs adlı kürt köyünde doğan ve 1960 senesinde oldukça hareketli bir hayatın ardından Urfa'da bir otel odasında hayata gözlerini yuman Saidi Nursi idi. Bir diğeri ise, önceleri Osmanlı'ya ait olup bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Silistre'de doğan Süleyman Hilmi Tunahan'dır. (1888-1959)
Birincisi, tesiri fevkalade büyük Nurculuk Cemaatinin, ikincisi gene hayli yaygın ve tesirli Süleymancılığın kurucuları idiler. Bunların vefatı adından, Türkiye İslamının iki büyük vaiz geliyor: Mehmet Zahit Kotku (1897-1980) ve Fethullah Gülen (1927- ) Bu ikisi ayrı cemaatlerden oluşuyor ve farklı siyasi eğilimlere sahipler. 20. Yüzyıl Nakşibendi hareketinin mühim ismi Mehmet Zahit Kotku, her ikisi de Nakşi olan Nursi ve Tunahan'a nispetle daha fazla siyaset ile haşır neşirdir. Siyasal İslam'ın babası kabul edilen Kotku'nun teşviki ile Necmeddin Erbakan 1969 senesinde Türkiye'de ilk İslami parti olan MNP'ni kurdu. Bu parti 1983'ten itibaren Refah Partisi adını aldı.
Kotku'nun tesiri ileriki yıllarda da genişleyerek devam etti. Turgut ve Korkut Özal biraderler de, -ki; nakşi bir aileden gelmekteydiler- Hoca Efendi'nin dar ve hususi çevresi içinde bulunmuşlardır. 1988 senesinde anneleri vefat ettiğinde o zaman başbakan ve Anap genel başkanı olan Turgut Özal annesini Süleymaniye külliyesi bahçesinde M.Z. Kotku'nun yanıbaşına defnettirdi.
Fethullah Gülen ise; Saidi Nursi'nin vefatı ardından iki düzineden fazla cemaate bölünen nurcu hareketin içinden gelmektedir. 60'lı yıllardan beri Süleyman Demirel ve partilerine yakın durdu. Son olarak da Doğru Yol Partisi'ni destekledi. Fakat buna rağmen daima partilerüstü konumunu muhafaza ettiğini ve manevi lider konumunda olduğunu ve Anap'ın Müslüman ağırlıklı, liberal kanadına kadar tüm Türkiye muhafazakarlarının lideri olduğunu iddia etti.
Türkiye İslamında tarikat ve cemaatler yenilenme hareketlerinin yürütücüsüdürler. Onlar vesilesiyle İslam, ikinci dünya savaşı ertesinde siyasal ve içtimai planda boy gösterdi. Cumhuriyetin ilk on yılında Ankara'dan dikte ettirilen laikliğe karşı kırsal kesim sessiz bir protesto olarak tarikatler bünyesinde toplandı. Tarikatlar, yeni abstrak topluma ve onun sosyo-ekonomik değişikliklerine karşı moral ve güç pompalıyordu. Bu bağlamda din, içinde, inançlı, kırsal kesimin kendisini devletçi ve batıcı intelijansiyaya karşı örgütlediği bir politik karşı kültüre dönüştü. Şehirli aydınlara karşı kırsal kesim tarikat ve cemaatlere sığınmış dervişleri karşı çıkardı.
1960'lara kadar klasik tarikatlerde ağırlıklı olarak, mensubiyet için birtakım ön şartlar zaruri idi. Zamanla bu kurallar yumuşadı ve tarikatlar kendilerinden kolayca ayırılamıyacak cemaatlere açıldı. . Cemaatler daima daha ilerlemeci ve politize oldular.


2. NURCULAR- LİBERAL KESİM

2.1. Saidi Nursi: Tükenmez bir enerji

Genç Türk Tarihinin en pırıltılı figürlerinden biri Bediüzzaman Saidi Nursi'dir. Gençlik yıllarında ilim peşinde, durmak dinlenmek bilmeden tüm Doğu Anadolu'yu dolaşmıştı. Henüz onaltı yaşında iken "Molla Said" diye ün yapmış ve yine o yıllarda müderris cübbesini giymişti. Doğu Anadolu'da Van şehrinde bulunduğu dönemde geleneksel dini öğretide kalmadı ve müteakiben Fen bilimleriyle alakadar olmaya başladı. Bir İstanbul seyahatinde zamanın halifesi Abdülhamit ile karşılaştı. Ona, Doğu Anadolu'da kürt dilinde tedrisat yapacak üç lise kurmasını ve elli talebe ile eğitime başlayacak bir teknik okul açılmasını teklif etti. Atatürk de Saidi Nursi'yi yardıma çağırdı ama, Nursi'den kendi inancına göre namazın en önemli hakikat olduğunu ve "namaz kılmayan birinin hakimiyetinin batıl olduğunu" duymak zorunda kaldı.
Genellikle, eğitime yönelik köklü reformlar yatıyordu gönlünde. Bu reformlar sayesinde yaşlı ve hastalıklı İslam dünyası ile teknik açıdan gelişmekte olan batı medeniyeti arasındaki uçurumun kapanabileceğine inanıyordu. Düşüncelerini Risale-i Nur'larda topladı. Bu eserlerinde, modern bilimin verileri ile Kuran'ı yorumladı ve kendi adını alacak olan yenileşme hareketini başlattı.
Bu hareket, Atatürk'ün Cumhuriyeti ile keskin tenakuzlara düştü ve bu çelişki 20. yüzyıl Türkiye tarihi boyunca sürdü: Bu çelişkinin iki kutbu, büyük kentleri batılılaştıran, laikleştiren Atatürk ve inançlı kırsal kesimin temsilcisi Said Nursi. Said; "kanun, eli görür ama, kalbi göremez" yorumuyla kanun dairesinin dışına çıkarak hareketi geliştirmeyi ve cumhuriyete açıkça karşı çıkmayı reddetti. 1950 senesinde, Adnan Menderes yönetiminin dine yaklaşımı müsbete doğru değiştiren politikasını selamladı. Ama hayatının ikinci yarısında günlük politikanın dışında kalmaya daha fazla özen gösterdi. Hatta günlük matbuatı dahi takip etmemeye başladı. Hapislik ve tarif edilemez çilelerle geçmiş belalı bir hayatın ardından 1960 senesi Mart ayında uzun bir otomobil yolculğunu müteakip vardığı Urfa'da bir otel odasında vefat etti.
1960 senesinde yönetimi ele geçiren askeri cunta onun için Urfa'da bir mezar kazdırır fakat naşını Isparta'da bilinmeyen bir yere defnederler. Isparta onun sürgün yerlerinden biridir ve Nur Talebelerinin birinci nesli ısparta günlerinde çevresinde halkalananlardan oluşmuştur. Orada talebelerine Isparta'dan zuhur edecek bir büyük zattan bahsetmiştir. Vefatından birkaç yıl sonra Ispartalı Süleyman Demirel Ankara'da siyaset sahnesinde boy göstermiş ve on yıllarca Türk siyasetinin dominant şahsiyetlerinden birisi olmuştur. Nurcular'ın büyük bir kısmında Demirel'e duyulan ve halen süren sevgi ve sempatinin kaynağı budur. Demirel, yıllar boyu burjuva CHP'ye karşı Saidi Nursi'ye kulak veren Anadolu insanının sesi olmuştur.
Ehli Sünnet inancına göre her yüzyıl başında müminlere hak yolu gösteren bir müceddit ve Kıyamet gününde ise deccale haddini bildirecek mehdi zuhur eder. Taraftarları Nursi'ye biraz aceleyle, yeni İslâm yüzyılının müceddidi olarak görürler ama mehdiliğe ilişkin takdimleri reddederler. Ama, Mehdi'nin fontsiyonuna Nursi'nin başlattığı hareketi ve risale-i nurları eşgörürler. Çünkü, her ikisi de, çürük bir düşünce olarak ortaya çıkan yeni ideolojiye, yani deccale karşı set oluştururlar.

2.2 Bölünerek büyüme

Saidi Nursi'nin ölümünün ardından, birleştirici şahsiyet yok olmuş, taraftarları arasında Nurcu cemaatin bölünmesine yol açacak görüş ayrılıkları başgöstermeye başlamıştı. Bu görüş ayrılıkları bugün iki düzineyi aşan bir bölünmeyi getirmiştir. İlk büyük bölünme vesilesi; Saidi Nursi'nin taraftarları üzerine çektiği siyaset yasağı örtüsü idi. Bu hususu ilk ihlal eden, 1969 senesinde günlük Yeni Asya gazetesini yayınlayan Mehmet Kutlular liderliğindeki grup oldu. Dinci ve milliyetçi çizgiyi benimseyen gazete açıkça muhafazakar başbakan Demirel'i destekledi. Böylece onlarca yıl radikal muhalif konumundaki Nurcular kısa zaman zarfında mevcut siyasal sisteme entegre oldular. Yeni Asya çevresindeki grup dönemin radikal İslamcı muhalefet potansiyelini nötralize etme başarısını gösterdi. Sıddık Dursun çevresindeki bir azınlık uzlaşmacılığı kabullenmedi, Yeni Asya grubunu 1973'ten itibaren Saidi Nursi'ye iki noktada ihanetle itham ettiler:
Birincisi; mevcut düzenle uzlaşabilmek için yazılarını tahrif ettikleri, ikincisi Saidi Nursi'nin kürt kökenini gizleyerek Türk İslam sentezi yandaşı miliyetçi kesime kur yapmaya çalıştıkları.
"Dava" adlı bir mecmua yayınlayan Sıddık Dursun, daha sonra Nursi'nin makalelerinin orjinalini neşretti.
Mamafih 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar Nurcu cemaate Yeni Asya çevresi hükmetti. Ne zaman ki, generaller Demirel'i sürgüne gönderip dış dünya ile alakasını kestiler, Yeni Asya etrafındaki birlik de çözülmeye başladı. Pek çoğu, Demirel vasıtasıyla elde ettiklerinin ondan umduklarının çok altında olduğunu farkettiler. Bunlardan Mehmet Fırıncı önderliğindekiler Saidi Nursi'nin radikal tavrına avdet ettiler. Mehmet Kırkıncı ve çevresindekiler de General Kenan Evren yönetimindeki askeri idareyi desteklediler.

2.3. Ve son: Fethullah Gülen

Gün, önceleri Yeni Asya grubuna dahil olan ve sonra 1980'de Sıddık Dursun'dan ayrılan F. Gülen'in günüydü. Resmi olarak arananlar listesinin en başında yer almasına rağmen, askeri darbe sonrasında bütün Türkiye'yi ara vermeden, yandaşlarının oluşturduğu araba konvoylarıyla dolaşmıştı.
Saidi Nursi 1960 senesinde öldüğünde F. Gülen 22 yaşındaydı ve tanınmış bir vaizdi. Memleketi Erzurum'da Saidi Nursi'nin bir talebesi onu Üstad'ın düşüncelerine yöneltti. Mehmet Kırkıncı ile de o dönemde tanıştı. Edirne ve Kırklareli'nde görevlerinin ardından altmışlı yılların ortalarında ileride din imparatorluğunu kuracağı İzmir-Kestane pazarı camiinde göreve başladı.
Bir Ankara seyahatinde gördüğü, birarada yaşayan Müslüman talebeler onda hayranlık duygusu uyandırdı. Bu tür komünlerden İzmir'de de oluşturmak için kolları sıvadı ve para toplamaya başladı. Oluşturulan yaz kamplarında bir araya getirilen talebere dini makaleler okunarak ve belli disiplin uygulamaları ile bir eğitim vermek amaçlanıyordu. Bu kamplara katılanların sayısı yıldan yıla artmaktaydı.
Taraftarları her geçen gün çoğalıyor vaazları kasetler aracılığı ile ülke çapında dinleniyor, bugünün büyük Fethullahçı cemaatin temelleri atılıyordu.
İktisadi gücü hızla büyüyen Gülen okullar, dersaneler açıyordu. Taşrada pek çok okul ve dersane onlara aitti. Gücü 1983-1989 yılları arasında Turgut Özal iktidarı döneminde daha fazla arttı. Özal ile birbirlerine duydukları muhabbet ve bağlılık ileri derecede idi.
İktisadi işletmeler ve şirketleşmeler yanında Zaman adlı günlük gazete ile basına, Samanyolu adlı kanal ile televizyon yayıncılığına el attı. Ve hiçbir parti, kurum ve kuruluşun kendisini görmezlikten gelemeyeceği bir güç odağı haline geldi. Tüm bu dönem boyunca büyük bir İslami cemaatin kudretli lideri olarak yarı gizli bir hayat sürdü. Gazetelerde ona ait bir arşiv fotoğrafı bile bulmak zordu. Kamuoyu karşısına, O'nun adına demeç vermeye güvenilir adamları çıkıyordu. İlk 1994 Aralığında kamuoyu huzuruna çıktı. Ardından Zaman'ın Başbakanı Tansu Çiller'in Yeniköy'deki yalısına davet edildi. Çiller, Refah Partisi'nin yükselişi karşısında Gülen vasıtasıyla puan kazanmak peşindeydi. Buluşmayı tertipleyende, Çiller hükümetinin çevre bakanı ve Manisa'nın tanınmış Nurcuları'ndan Rıza Akçalı idi. Ardından Hürriyet ve Sabah gazetelerinde kendisiyle yapılmış uzun ropörtajlar yayınlandı ve 1995 Ramazan'ında muhtelif toplumsal kesim ve branşlardan binin üzerinde davetliye alevi kökenli Polat ailesine ait bir işletme olan Rönesans Otel'de, bir iftar yemeği verdi. O zamana kadar yardım amaçlı, yahut dostlar için tertiplenen iftar yemeği, o akşam spot ışıkları altında bir siyaset oyununa dönüşüvermişti.
Gülen'in, yemekte kameralar karşısında yaptığı konuşma "liberal İslam'ın" Türkiye'deki mihenk noktası oldu. Burada tesettür meselesini bir teferruat olarak niteledi. Geniş bir konsensüsün ülke için bu teferruattan daha önemli olduğunu, kimsenin inandığı yahut inanmadığı için tenkid edilemeyeceğini, ister İslami ister batılı tarzda olsun kimsenin kılık kıyafetinden dolayı hücuma uğrayamayacağını söyledi. F. Gülen, 1986 yılındaki bir vaazında da, Üniversitelere kız öğrencilerin başrörtü ile girme hakkı için yapılan bir direnişe de karşı çıkmış ve radikal müslümanlardan oldukça büyük ber tepki almıştı. 1995 senesinde de tepki gecikmedi. Davetliler arasında bulunan radikal Müslüman gazeteci Abdurrahman Dilipak mevcut atmosferi gayri İslami bulduğunu ve İslamın liberalleştirilmesi hususundaki düşüncelerini sert bir şekilde ifade etti.
Bütün gazeteler iftar yemeğini manşetten verip günlerce bahsettiler. Refah Partisi'nin yayın organı Millî Gazete olaydan tek bir cümle ile dahi bahsetmemeyi yeğledi.
Sadece Cuma dergisi Gülen'in tesettüre ilişkin mülahazaları üzerine attığı başlık sebebi ile mahkemelik oldu.
Gülen isteğine ulaşmıştı. Seksenli yılların sonundan itibaren RP büyüyen bir başarı ile siyasal İslam'ın tek temsilcisi olarak yükseliyordu. O şimdi, bu siyasal tekeli tartışılır hale getirmişti. Erbakan artık siyasetteki tek İslami otorite değildi. Karşısında güçlü ve ölçülü bir rakip vardı. Fethullah Gülen görünür bir şekilde iki alanda birden temayüz ediyordu. Cemiyet planında Türk muhafazakarlarının manevi lideri ve siyasette II. Cumhuriyetçilerin fikir babası. Gülen'in bu popülerliği refah partisini tedirgin etti. Kendisi sol-populist söylem üzerine siyaset bina eden RP, Gülen'i Türkiye Müslümanları'nı sağcılaştırmakla itham etti.
Nurcu Gülen ve Nakşi Erbakan farklı siyasi temayüllere sahiptiler.
Gülen; 1980 ihtilalini yapan askerlerin Türk-İslam sentezi fikir konsepti çerçevesinde faşizme yakın duran ülkücü görüşe sıcak bakıyordu. Erbakan, kapitalist temel üzerine de olsa bolca sosyalist düşünceler ihtiva eden Adil Düzen teorisi ile varoşlardaki ezilen kitlelere seslenir.



3. NAKŞİBENDİLER: TÜRK İSLAMININ RADİKAL KESİMİ


3.1. Osmanlıda Fesatbaşılar

Nakşibendiler diğer bütün tarikat ve cemaatlerden daha eylemciydiler. Bir nakşi ancak Allah'ın emirlerini ve Hz. Peyamberin sünnetine tamamen uyduğu takdirde selameti bulabilir. Diğer tarikatlar Allah'a yönelişlerinde enellikle mistik yolları kullanırlar. Bu yüzden Nakşibendiler, "laikleşmiş" jöntürklere bile en tehlikeli tarikat olarak gözükmüştür. 20. Yüzyıl'da gerçekleştirdikleri ilk ayaklanma 31 Mart 1909'da sindirildi. Jöntürklerin politikalarını ısrarlı bir şekilde sürdüren Atatürk de 1925'de Doğu Anadolu'da ve 1930'da Menemen'de Nakşi Şeyhlerine karşı müdahale etmişti.
Nakşibendiler Anadolu'ya, genç Osmanlı İmparatorluğu'na 1402'de Ankara'da acı bir yenili tattıran Moğol fatihi Timur'la beraber Ortaasya'lardan geldiler. Osmanlılar, imparatorluklarını yeniden toparlayabilmek için, tüm kulları padişaha bağlı kılacak bir legitimasyona ihtiyaç duydular ve bunu disiplinini takdir ettikleri sünni ortodoksluğunda, yani Nakşilikte buldular. Nakşilerin yükselişi, Safevi'lerin 1501'de İran'da bir Şii imparatorluğu kurması döneminde de sürdü. O zamanlar, henüz tam anlamıyla sünni bir yapısı olmayan Osmanlılar, kendilerini rahatsız eden komşularına karşı tavır almak istediler ve Nakşibendilere tüm yurdu dini okullarla örülmüş bir ağla kaplamasını havale ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu'nda, özellikle Nakşibendi ve Bektaşilertoplumsal organizasyonun önemli enstrumanları olmuştur. Bu tarikatlar, toplumun en ücra köşelerine kadar yayılmışlardı ve herhani bir politika ile karşı koyulamıyacak bir ilişkiler ve çıkarlar bütünü oluşturmuşlardı. Nakşilerin yıldızı 19.Yüzyıl başında sönmeye başladı ve daha sonra Halife onları değil başkalarını dinlemeye başladı. Avrupa'dan reformlar ithal edildi ve 1859'da ilk defa Sultan, memnuniyetsizliklerini ifade eden Nakşilerin isyanını bastırdı.


3.2 Siyasal İslam'ın babası M.Z.Kotku ve müridi Erbakan

19. Yüzyılın mühim nakşibendi şeyhlerinden biri Ziyaeddin Gümüşhanevi idi. Payitaht'ta sonradan, kurucusu olduğu için, kendi ismi ile anılacak olan Gümüşhaneli tekkesinde ders verirdi. İşte Mehmet Zahit Kotku bu tekkeden yetişmiştir. Gümüşhanevi'nin vefatından 4 yıl sonra Bursa'da doğmuş ve yirmiyedi yaşında tekkeye dahil olmuştur.
Atatürk 1925 senesinde tarikatleri yasakladığında ve böylece onları yeraltına inmeye zorladığında Kotku, doğum yeri olan Bursa'ya geri dönmüştür. 1952 senesinde tekrar İstanbul'a ve Gümüşhaneli tekkesine döner koktu. 1959 senesinde Fatih semtindeki İskenderpaşa camiine geçer. Vefat yılı olan 1980'e kadar orada imam olarak hizmet eder. Vefatının ardından yerine damadı Arap-Fars dilleri Profesörü Esat Coşan geçer. Esat Coşan zamanında cami Türkiye'de siyasal İslam'ın manevi merkezi olma hüviyetini ve cazibesini yitirir.
Kendi döneminin tarikat liderlerine kıyasla siyasi meselelere uzak olmayan Kotku, siyasetle alakalı üniversite öğrencilerini çekmekte hayli başarılıydı. Bu öğrenciler cuma namazlarını orada kılarlar, pazar günleri ise şeyhin iktisadi, siyasi, içtimai sohbetlerine iştirak ederler ve sualler yöneltirlerdi. Bu talebe grubuna önceden Gümüşhaneli tekkesinde ardından İskenderpaşa camiinde Necmettin Erbakan da dahil idi. Erbakan 29 Ekim 1926'da Kemalist bir hakimin oğlu olarak Sinop'ta doğdu.
İTÜ makine müh. ardından Aachen Teknik Üniversitesinde doktorasını yaptı. 1956 senesinde Kotku'nun teşvik ve desteği ile daha sonra partisinin seçmeni olacak bir kesimin de desteğini alarak Gümüş Motor'u kurdu. 1963 senesinde tekrar üniverstiye döndü ve Prof. olarak görev yaptı. 1966'dan itibaren Ankara'da TOBB'de çalıştı. 1969 senesinde oda seçimlerinde başkan seçildi. Erbakan'ı kendisi için siyasi bir rakip olarak gören zamanın başbakanı Demirel, seçimleri geçersiz saydırdı ve direnmeye çalışan Erbakan'ı polis marifetiyle TOBB'dan attırdı. Ardından Adalet Partisinden Konya adayı olmak isteyen Erbakan'ın bu teşebbüsü de Demirel'in vetosu neticesinde akamete uğradı. Bunun üzerine yine Konya'dan bağımsız aday olan Erbakan seçimleri kazandı ve parlemanto'ya girdi.

3.3. Milli Nizam ve Milli Selamet Partisinden Refah Partisi'ne

Siyasete angaje olmuş pek çok Müslüman muhafazakar Başbakan Demirel'in politikalarından rahatsızdı. Bunların arasında M. Zahit Kotku da bulunmaktaydı. Türkiye Nakşibendilerinin bu en büyük şeyhi yıllardır kendi dini partisini hayata geçirmeye çalışıyordu. Bu yolda pek çok teşebbüs akamete uğramıştı. Fakat bu kez şartlar müsaitti. Daha 1967 senesinde AP içinde Demirel'e karşı başını, A.Tevfik Paksu Hasan Aksay'ın çektiği İslami bir muhalefet oluşmuştu.
Kotku İslami Parti Kurucusu olarak müridi N. Erbakan'ı seçti. Gümüş Motor Fabrikası vesilesi ile ülke çapında tanınmış ve Demirel'in kendisine yaptığı haksızlıklar neticesinde de halk nezdinde mazlum bir imaj oluşturmuştu. Erbakan 26 Ocak 1970 tarihinde 17 arkadaşı ile birlikte MNP'yi kurdu. Kurucular arasında Aksay ve Paksu da bulunmaktaydı.
1971 senesinde ikinci kez idareyi ile alan askerler bütün diğer patilerle birlikte MNP'yi de kapattılar.
Erbakan İsviçre'ye kaçtı. Generaller Erbakan'dan geriye dönmesini ve Demirel'i zayıf düşürecek yeni bir İslami parti kurmasını istediler. Tarih 14 Ekim 1972. Yeni parti MSP ismini aldı. 1983 senesindeki parlamento seçimlerinde oyların yüzde 11.8'ini aldı. AP'nin oy oranı da % 46,5'dan % 29.8'e düşmüştü. MSP oylarının büyük kısmını doğu ve güneydoğudan devşirmişti. CHP ile birlikte bir koalisyon hükümeti kuruldu. Erbakan Başbakan yardımcısı oldu ve MSP toplam altı bakanlık aldı. Korkut Özal da tarım bakanı odlarak bunların arasındaydı.
MHP ve MSP'yi Nakşibendi tarikatına bağlı Müslümanlar kurmuş olmasına rağmen Nurcu kesim de parti içinde temsil edilmekteydi. İki oluşum arasında Nakşilerin parti içinde daha dominant olmasından kaynaklanan gerginlikler yaşanmaktaydı. İlk büyük sıkıntı 1974 senesinde su yüzüne çıktı. Ecevit'in isteği ile meclise gelen genel oy teklifini nakşi kanat lehte oy kullanarak kabul etti. Olaya Komünistlerin affı olarak bakan Nurcular ise sayisi suçluların affedilmesine karşı çıktılar. İki grubun bir sonraki karşılaşması 1976 senesinde MSP'nin 3. Kongresinde gerçekleşti. Erbakan Nurcuların parti meclisine belli bir sayının üzerinde girip temsil edilmelerini engelledi. Bunun üzerine bazı Nurcu liderler partideki görevlerinden istifa ettiler. Ve sonraki süreç içinde gerek MSP gerek onun devamı RP, Nurculardan çok az destek gördü.
1977'deki erken seçimlerde Erbakan'ın MSP'si üç puanlık bir kayba uğradı. Oy oranı % 8.6'ya düştü. 1975-77 arası Demirel başbakanlığındaki MC'lere katılan Erbakan 77'den sonra muhalefette kalmayı tercih etti, bu MSP'yi radikalleştirdi. O zamana kadar ölçülü bir İslami parti olan MSP, muhalif olduğu dönemde cuma gününün tatil olması ve resmi nikah yerine dini nikalın ikame edilmesi gibi istekler sergilemeye başladı. Yin aynı dönemde Bozkurtlar'a karşı militan bir grup olarak AKINCILAR teşkilatı kuruldu.
Halkın ezici çoğunluğunun talepleri doğrultusunda, 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan ve sokaktaki teröre son veren generaller siyasi partileri yasakladılar ve liderlere on yıllık siyaset yasağı koydular. 19 Temmuz 1983'te Erbakan'ın güvendiği adamları Refah Partisi'ni kurdular. RP Turgut Özal yönetimendeki ANAP tarafından zayıf düşürüldü. Refah Partisinin seçimlerde aldığı sonuç parlak değildi. buna rağmen 80'li yıllarda oy oranını en istikrarlı arttıran parti oldu. 1984 yerel seçimlerinde % 4,4 olan oy oranı 1989 seçimlerinde % 9,8'e ve beş yıl sonraki yerel seçimlerde ise % 19'a çıkmıştı. Bu büyüme 80'li yıllar Türkiyesi'ndeki değişiklikler ile açıklanabilir.



4. REFAH PARTİSİ'NİN YENİ YÜZÜ


Cumhuriyetin kuurcusu Atatürk'ten bu yana Türkiye'yi Turgut Özal gibi güçlü bir değişime uğratan ikinci bir isim yoktur. İktisadi leberalizm ülkeye yeni bir açılım ve gözle görülür bir gelişim hediye etti. Özal, son yıllarında köklü iktisadi reformların tamamlayıcısı mahiyetinde sivil toplum ve çoğulcu demokrasiyi bünyesinde ihtiva edecek olan "ikinci cumhuriyet"e köprü olacak projelere eğildi. Bu iki transformasyon; iktisadi liberalizm ve politik tartışma ortamı yıllardır Türkiye'nin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi asılı olan Kemalist doğmalarla çatıştı. Bu iki husus Türkiye'deki dini hareketlerin gelişmini de açıkça etkiledi.


4.1. Türkiye'de 80'li yıllar

4.1.1 Toplumun Değişimi

Turgut Özal devletçi Türkiye'yi pazar ekonomisi ve tüketim toplumuna dönüştürdü. Herkes, bugüne kadar dikkate alınmayan dindarlar dahi, öncelikle pazarın anonim bir aktörü idiler. Bu transformasyon varoşlarda baskı altında tutulan ve Refah Partisine potansiyel seçmen adayı olan fakir ve çaresizlerin sayısını da arttırdılar.
İkinci Cumhuriyet Üzerine tartışmalar toplumun büyük bir kesiminde kesiminde yeni bir aydın jenerasyonu geliştirdi. Bunlar arasında I. cumhuriyetin tabularını yıkmaya hazır laikler vardı. Bu kemalist prensipler vatandaşları genel ifadeyle "laik, sunnî Türk" çerçevesine indirgemişti. Bu indirgemeden kaynaklanan gerilim ve çelişkiyi bu yeni kuşak açıkça tartışmak ve bir neticeye bağlamak istiyordu. Liberal-laik aydınlar inanan kesimle diyalog arıyor ve onların mevcut sistem içinde entegre edilmesinden yana görüş belirtiyorlar. Din hayatındaki özgürlük yeni bir liberal Müslüman aydın kuşağı meydana getirdi. Onlar da sivil toplum, konsensüs, çoğulculuk gibi kavramları savunuyorlar, genellikle tarikat ve cemaatlerden bağımsızlar. Bunların içinde düşünce adamı Süleyman Ateş ve İstanbul Belediye Başkanı Erdoğan'ın danışmanı Ali Bulaç da var. Bunlar Aydın Menderes'in DP'si içinde, Yusuf Özal'ın YP'sinde ve Cem Boyner'in YDH'sinde ve RP içinde odaklanıyorlar.

4.1.2 RP'nin dışa açılışı

Bu gelişmelere paralel olarak Refah Partisi de çehresini değiştirdi. MNP ve MSP tarikatler tarafından şekillendirilmişti. Eleştirileri dinsel argirmanlara dayanıyordu. Muhafazakar Doğu Anadolu garantili oy depoları idi. 80'li yıllarda parti dünyevi meselelere yönelmeye başladı. Organizasyon ve işletme sorunları din ve hilafet sorunlarından daha önemli hale geleli önceleri nisbeten daha kolay olan din temeli üzerine kurulu eleştirileri nötralize edebilmek ve İslamlaşmayı engellemek, RP'nin yeni sosyal ve ekonomik söylemine karşı pek geçerli değildi. Zira 80'li yıllardan itibaren İslamcı kesim siyaseti benimsedi ve muhafazakar partilerden yüz çevirip kendi partisin döndü. Refahta iki kanat gelişti. "Gelenekçiler" ve "yenilikçiler".
Gelenekçiler partinin şimdiye kadar sürdürdüğü dini ideolojiyi sürdürmek istiyorlar ve ağırlıklı olarak Doğu Anadolu'dan destek görüyorlar. Tayyip Erdoğan önderliğindeki yenilikçiler ise diğerlerinin aksine büyük şehir kökenliler. Bunlar gelenekçilerden daha demokrat veya daha laik değiller. Yahut onlardan daha az İslami yahut daha az İslamcı ziyade şekle yönelik. Reklam ve pazarlamanın modern yöntemlerine hakimler. Bu yönetmlerle partiyi dini motifleri olmayan seçmen kitlelerine de ulaştırmak ve onlardan oy toplamak peşindeler. Böylece ideoloji partisi olmaktan çıkıp çoğulca bir çehreyle kitle partisi olmak yolundalar. Alevi ve Hristiyanlar'a da kur yapıyorlar ve ayrıca kadın seçmeni de sempati taşıyıcısı olarak keşfettiler. "Miss Türkey" ve 80'li yılların tanınmış fotomodeli Gülay Pınarbaşı'da partinin üyesi. Tıpkı eski Anaplı meçclis üyesi diş hekimi ve ismi evli bir parti üyesi ile aşk skandalına karışan Filiz Ergan gibi. Tabiki tüm mensupları bu yeni parti profilinden memnun değil Gazeteci Sadık Albayrak bu dışa açılımı, partinin tüm ofislerinde mevcut bilgisayarlara sızmış virüs gibi tehlikeli buluyor. Netice olarak partinin şehirlerde elde ettiği başarılı sonuç bu tür muhalefetin sesini kıstı.

4.2 Refah Partisi seçmeni

4.2.1 Refah Partisi: Kentliler için alternatif

İsimleri rüşvet ve yolsuzlukla özdeşleşmiş diye partilere karşı RP büyük şehirlerde başarılı oldu. Geleneksel partilerin programları yoktu ve karizmatik adaylarla vaatler dağıtarak üye buluyorlardı. "Adil Düzen" ile Türkiye'nin ilk programlı partisi RP oldu pek çok seçmen onlara temiz toplumu gerçekleştirme hususunda kendi partileinden daha çok güveniyordu. Çünkü RP Doğu Anadolu dışındaki ilk büyük başarıyı gecekondularda yakaldılar. Buralar daha önce laik-solun kalesi olan yerlerdi. Fakat bu solcu belediye başkanları vaatlerini tutmadıkları gibi rüşvet ve yolsuzluklarla ceplerini doldurup seçmeni unuttular. Tıpkı muhafazakarlar gibi Türk solunun 80 darbesinden beri yaşadığı ideolojik kriz daha da arttı. Solun eliminasyonu Türk siyasetinin merkez sağa oturttu.
Türkiye geleneğinde genel seçmenin üçte biri sola oy verirdi. En iyimser ihtimalle bunların yarısı hala sola oy vermekte, diğer yarısı ise refaha kaymış durumda. Refah'ın oy oranını % 20'lerde gören politologlar bunun üçte birini klasik MSP seçmeni -dinci- olduğunu kalan üçte ikinin ise sol partiler tarafından hüsrana uğratılmış seçmen olduğu görüşündeler.
"RP artık tezek ve ahır kokmuyor" diyordu Abdurrahman Dilipak. -O bir şehir partisi oldu.- Arap dünyasındaki İslami hareketlerde şehirlerde gelişip büyüyor artık. 94 yerel seçimlerinden beri altı metropol ve 22 şehrin Belediyesi Refahın. Bunları DYP, Anap, SHP, CHP ve DSP'den elde etti.


4.2.2 .... ve Kürtler için

80'li yıllar sadece Türkiye'nin ve Refah Partisi'nin denetlenmesini etirmedi. Bu yıllarda Kürtlerin TC'ne olan bakışları da değişti. 70'li yılların sonuna doğru, MSP'nin milletvekillerinin çoğu Doğu Anadolu'lu Kürtlerden oluşuyordu ama bu Kürtler için henüz Kürt meselesi bir mana ifade etmiyordu. Kürtlerin politize olmaları ve PKK'nın yükselişi ile beraber RP için sadece İslami kardeşlikten bahsedip, olan biten hakkında sessiz kalmak yetmemeye başladı.
10 Ekim 1993'de aşırı ırkçı MÇP ile yüzde onluk seçim barajını aşmak için giriştikleri ortaklık RP'ne seçim kalelerinde biraz pahalıya maloldu. Zaten seçim sonrası bu ortaklık hemen bozuldu. Akabinde, Tayyip Erdoğan tarafında ynetilen RP İstanbul İl teşkilatı, Kürt meselesi hakkında bir rapor hazırladı ve RP'nin geleneksel Kürt seçmenleriyle arasına giren soğukluğu gidermeye çalıştı. Bu raporda, "Türkiye'nin Güneydoğusundaki bu çatışmanın kemalist devletin iflasını gsterdiği, kürt kimliği ve kültürünün kabulünü engelleyen tüm kanunların kalkması gerektiği ve Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesi zorunluluğu" ifade edilmişti.
RP bylece,(MÇP ittifakından sonra) yine, Kürt probleminin sadece politik olarak çözülebileceğini ifade eden tek büyük parti olmuştu. HEP vs. gibi partilerin kapanmasından sonra birçok Kürt için de seçilebilir tek parti olarak kalmıştı. 27 Mart 94 seçimlerinde HADEP'nin seçimleri boykotu sebebiyle de Güneydoğu'da en yüksek oy oranlarına kavuştu.
Fakat, Kürt yerleşim birimleri, RP'nin başını da ağrıtacak gibi! Çünkü, bir taraftan iç savaştan bıkmış Kürt seçmenlerden oy alıyor, diğer taraftan PKK'yı zayıflatmak için blede pek sevilmeyen devleti de savunmak zorunda kalıyor. Ayrıca, bölgede rev yapan askaerler, polisler ve devletçe finanse edilen korucular da partinin seçmenleri arasında sayılmaktadır, ki bunların hepsi de bölgedeki kanlı savaşın taraflarıdır.

4.3 Refah Partisi'nin programına dair

Türkiye'deki İslam sadece komşu devletlerin İslam'ından ayırt etmiyor, kendisini ayrıca bütün İslam dünyasında Türkiye'deki gibi pragmedist ve modern bir İslami hareket mevcut değil. Diğer islam ülkelerinin aksine BATI Türkiye'de teşhir edilmiş değil. Batılılaşma mesafe katetmiş ve yayılmış durumda bizzat RP batıya oldukça güçlü bir şekilde bağımlı! Tabiatıyla batıya eğilimi daha fazla olan Fethullah Göken ile İslam ülkeleri ile sıkı bir kooparasyondan yana olan M. Erbeka arasında fark var.
BATI DÜŞMANLIĞI Türkiye'de Arap dünyasında olduğu gibi tezahür etmiş değil. Arap Müslümanları; haçlı seferleri ve koloniyalizm dolayısı ile batıyı ve Latin-Hristiyanlığı düşman olarak görürler. Bu kavgada Ortodoks Hristiyanlar onların müttefiki idiler. Buna mukabil Selçuklu Türkleri Haçlı-Şovalyelerini mağlup etmiş idiler ve Osmanlı İmp.'da ağırlıklı olarak Avrupa'da idi, Kolonyalist bir güç olarak! Bu sebepten Türkiye komşusu olan Ortodoks Rusya ve Yunanistan'ı hep tehdit ve tehlike olarak görmektedir.
Refah Partisi'nin iktidara gelip laik devleti ilga edebileceğini düşünmek o kadar kolay değil. Seçmenleri arasında -tam bir rakam verilemese de- subaylarda bulunmakta. 94 ilkbaharlarında 8 DEP'linin dokunulmazlığının kaldırılması oylamasında diğer partilerle birlikte evet oyu verdiler.
1991 10 Kasım'ından beri Erbakan resmi programlar gerektirdiğinde Anıtkabiri ziyaret etmekte. (Uzun yıllar yanaşmadığı) Güçlü bir devlet sözü veren RP ve Erbakan orduya komplimanlar iltifatlar yağdırıyor. Parti mevcut düzenin bir parçası oldu. Toplumun ise, kurulduğundan beri bir parçası.
Refah Partisi parti programı olarak Adil Düzen'i ortaya koydu. Yolsuzluk ve adeletsizliğin pençesindeki bir toplum için atraktif bir slogan aynı zamanda naif (!) ve zamansız bir ütopya!
Projenin mimarı Süleyman Karagülle İzmir yakınlarında (İslami Komün) Akevler kooperatifi kurucusu ve Sovyet Rusya'nın dağılmasından sonra, geçici olarak Kırgız devlet başkanı Agayev'e danışmanlık yapan bu kollektivist Müslümanlar'ın komünü için İslami referanslarla bir toplum projesi geliştirilmişti. Erbakan'ın tasdik ettiği işte bu Adil Düzen 1985'ten beri resmi parti programıdır.


5. İBDA-C VE HİZBULLAH: MİLİTAN BOYUT

Şu ana kadar takdim edilen Müslümanlar yahut İslamcılar az veya çok Türkiye'nin mevcut düzenine entegre olmuşlardır. Gerçek bir tehlike iki militan hareketten gelmektedir. Her ikisi de, İBDA-C ve Türk Hizbullah, İslam Devletine demokratik bir geçişi düşünmemektedirler. Hesaplamamaktadırlar!!! Şeriatı silah zoru ile yerleştirmeyi hedefliyorlar. Her iki örgüt de 90'lı yılların ilk yarısındaki pek çok terör olayının sorumlusu olarak görünüyorlar. İBDA-C batıdaki büyük kentlerde, Hizbullah Güneydoğu Anadolu'da İBDA-C Kürt bir çevreden yola çıkıyor ve Büyük Federatif İslam Devleti propagandası yapıyor. Pek çok Hizbullah taraftarı ise güvenlik güçleri içindeki İslamistlerden teşekkül ediyor. Kürt bölücülüğüne karşı savaş veren!!!

5.1. İBDA-C: Önderleri Kürt, hedefleri İslâmi devlet

İbda-C'nin tanıtım afişi çift portreli bir tablodur; Marks, Engels, Lenin üçlüsünün meşhur tablosunu hatırlatan... Solda, beyaz sakallarıyla hareketin mimarı, Mistik Şair NFK, sağ tarafta onun tamamlayıcısı ve müridi Salih Mirzabeyoğlu. Kısa kesilmiş sakal, hafif çıkık bir alın. Kısakürek, BD'nun teorik alt yapısını hazırladı, Mirzabeyoğlu da vizyonu İBDA'ya uyguladı. Hareketin yayın organlarından biri olan TAVIR dergisinde, Büyük Doğu, mimarın planı olarak değerlendirilirken, İBDA ise onun inşasına benzetilir; Deride,"BD kristalden bir saraydır. İBDA ise onu çevreleyen ve muhafaza eden hisardır." ifadesi kullanılmaktadır.
Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983), Kürt Nakşibendi Şeyhi Abdülhakim Arvasi'nin mürididir. İslami devletlerin biraraya elmesiyle kurulacak büyük bir "Birleşik İslam Devleti"ni hedefleyen "Büyük Doğu" düşüncesini, 40'lı yıllarda neşrettiği Büyük Doğu' dergisinde ifade etmiş ve aynı düşünceleri, "Büyük Doğu'ya Doğru(1959)" ve "İdeolocya Örgüsü(1968)" kitaplarında da ifade etmiştir. Laik Türkiye Cumhuriyetine karşı çıktığından dolayı yıllarca hapislerde yatmıştır.
1950 yılında doğan Mirzabeyoğlu, Kürt bir aileden gelmektedir. Babası K.Irak'lı Kürt lider Molla Barzani'nin arkadaşıdır. 70'li yılların başında Erbakan'ın MSP'sine girer. 1977 senesinde militan AKINCILAR grubunu kurarlar. Ve akınçı kamplarında silah talimi yaparlar. Daha militan olan ve Akıncı Güç adını alan bir grup genç, akıncılardan ayrılır. Daha sonra, 80'li yıllarda, kendilerini bir dergilerinde AK-DOĞUŞ olarak isimlendirdiler. MSP'yi pasiflikle suçlayan Mirzabeyoğul bunlardandı. 18 yaşında NFK'yı tanır. Şair, bu gençlerin fikir ve projelerini tatbik edilemez bulur ve onlara sırt çevirir. Mirzabeyoğlu, 1995'e kadar 30'a yakın kitap yazmıştır. Dili soyut ve teoriktir.
Mirzabeyoğlu'nun kelime hazinesi ortalama eğitim almış bir Türk için anlaşılabilir olmaktan uzaktır. Düşüncesi batılı filozofların tesiri altındadır. Ak-Doğuş, 4. sayısında onu "İslam dünyasının 500 yıldır beklediği düşünür" olarak takdim eder. Sol eleştirmenler onu ve grubunu mahalle kabadayıları olarak diğer şeriatçı gruplar da mahalle aristokratları olarak nitelerler.
Hareketinin hedefi 2000 yılına kadar Türkiye'de bir İslam ihtilalini başlatmaktır. 80'li yılların ortallalrına doğru akıncılar Salih mirzabeyoğlu etrafından İBDA-C olarak organize edildi. Kendilerini daha iyi koruyabilmek için de hücre sistemine göre örgütlendiler.
Birlik Komutanı Ali Osman Zor'un mahiyetinde sayısız alt gruplar bulunmakta. İslami Kısas Kıtaları (İKK), İslami Kısas Tim (İKT) İslami Gerilla Ordusu (İGD), İstanbul'da semt sorumluları (Çarşamba, K.Gümrük, S.Mah. Çeliktepe ve Seyrantepe) polisce tespit edildi. G. Antep'te İBDA-C Ultrafone olarak ortaya çıktılar. Urfa'da İBDA-C Şark ve İBDA-C Kürdistan.. Berlin ve Göteburg'da da başka hücreler mevcut. 1994 senesinde, tahminen doksan terör eylemi İBDA-C hanesine kaydedildi. Diğerlerinin yanında, 8 Eylül 1994'de Toktamış Ateş'e(Sol Liberal gazetesi fıkra yazarı) düzenlenen suikastı onlar üstlendi. Yine, Cumhuriyetin bir diğer yazarı Onat Kutlar ve bir Arkeolog olan Yasemin Ceberoyan'ın hayatını kaybettiği İstanbul Marmara otelinde gerçekleştirilen patlamanın müsebbibi olarak İBDA-C gösterildi.
Ak-Doğuş'un yasaklanışından sonra çıkan örgütün en önemli yayın organlarından biri olan Taraf dergisinde 1995 senesini kavga yılı ilan ettiler. Daha nce, tahminen iki İbda-C eylemcisi 17 Mart 1990'da Zaman Gazetesi yazarı F. Koru'ya saldırmıştı. Olaydan kısa bir süre önce, Ak-Doğuş dergisi, F. Koru'nun pasifist tutumundan dolayı tedib edileceğini ihtar etmişti.
1992 senesine kadar İBDA-C teröristleri hedeflerine tabancalı saldırılar düzenlediler. 92'den itibaren ağırlığı bombalamalara verdiler. Şiddet, programlarının bir parçasıdır. Ak-Doğuş dergisi 1986 senesinde yayınlanan üçüncü sayısında, S.Mirzabeyoğlu'nu Marifetname adlı eserinden şu alıntıyı yapıyor: "Düşmanınızı öyle vurun ki, bir daha yerinden kalkamazsın" ve "Gerçek bir insan karnına bir mermi parçası isabet ettikten sonradır ki, mutlu olur."

5.2. Türk Hizbullahı; İran'dan Mülhem PKK Karşıtları

İran ve Şia karşıtı İBDA-C'nin aksine Türk Hizbullahı İran devriminin bir sonucu olarak oluştu. Türkiye, Barolar Birliği bu örgütün geçmişini de İslami terör grubu AKINCILAR'a 70'li yıllara dayandırıyor.
79 senesinde taraftarları iran'daki devrimi söyleme yöneldiler. Özellikle Türkiye'nin güneydoğusundan bazı aileler çocuklarını Kum kentindeki meclislere gönderdiler. Piyasaya yeni İslamcı dergiler çıktı. Mevcutlarda tamayüllerini değiştirdiler. İslam devrimi sempatizanları Diyarbakır'da Menzil Kitabevi çevresinde toplanmaya başladılar. 70'li yılların sonlarında onlarda Marksist Sol ve Ülkücüler gibi aşırı gruplar kategorisinde idiler. Marksistlerle birlikte Şah rejimine karşı çıktılar. Ülkücüler nazarında da Marksistler gibi onlar da düşman kamp idi. 28 Şubat 1978'de Güç İslamcı lider Metin Yüksel Fatih camii avlusundaki bir çatışmada ülkücüler tarafında öldürüldü. 80'lerde tepeden başlatılan İslamcılaştırma! onlara da geniş bir hareket alanı sağladı. Marksistlerin de ülkücüler gibi devletin baskısı altında olması onlara yaradı.
80'li yılların başından Hizbullah hareketi ikiye bölündü. Menzil grubu hedefe siyasal yoldan ulaşma imkanı varken silahlı cihada gerek yok diyerek eylemi reddetti. İkinci grup statükoyu değiştirmenin yolunun silahlı cihatdan geçtiğini savunur. Bunlar İlim Kitapevinden milli ilimcilik adını aldılar (Diyarbakır!)
İlimciler kanadı Güneydoğu Anadolu'da bir İslam devleti kurmak istiyorlar Kürt ve Türk ayırımı gözetmeyen yumruk şeklindeki amblemler ile ilimciler, daha az radikal olan menzilcileri 90'lı yılların başında sildiler meydandan. ilim Grubu 1991 yazı ile sonbaharı arasında güçlendi. Milliyetçi Liberal Mesut Yılmaz 15 Haziran 1991'de milliyetçi-dinci Yıldırım Akbulut yerine iktidardaki Anap'ın başına geçti ve böylece Başbakan oldu. Kabine değişikliği yapan M. Yılmaz İçişleri Bakanı Abdülkadi Aksu'yu alarak yerine Mustafa Kalemli'yi getirdi. Aksu zamanında Polis Akademisine dini bağlantıları güçlü olanlar alınmıştı. İçişleri bakanlığında da İslamcı kadrolaşma vardı. Yeni içişleri bakanı Kalemli İslami eğilimi olan personele ya pasif görevler verdi ya da iç savaşın bütün şiddetiyle sürdüğü bölgeler tayin etti. Bunların büyük bir kısmı orada ilim grubuyla tanışır ve ilimciler yeni güçler elde ettiler.


6. TÜRKİYE İÇİN BİR "İSLAMİ DEMOKRATİK BİRLİK"

Türkiye'de siyasal İslam son otuz senede uzun bir yolu geride bıraktı. Muhafazakar Orta ve Doğu Anadolu'nun zorla dayatılmak istenen laikliğe karşı direnişi olarak başladı. Davayı ilk omuzlayanlar tarikatlar oldu. Günümüzde ise büyük şehirlerde ve ülkenin batısına uzandı ve kitle partisi olarak ilerleme peşinde. Almanya'daki Hristiyan Demokratik Birliği'ne paralel bir İslam Demokratik Birliği kurmak istiyor Türkiye'de. Bu eğitimin arkasında RP seçmeninin üçte ikisi ve "Yenilikçiler" var. Bu şehirliler Partiyi Türkiye'nin dine boyalı "Yeni Solu" yapmak istiyorlar. Genelde kırsal kesim kökenli olan tarikat temsilcileri, Türk siyasal İslamının babaları. Gelenekçi kanadı temsil ediyorlar. Bunlar sanıldığı kadar güçsüz değiller ve önemli pozisyonları da ellerinde tutmaktalar.
Partinin komunu bu gelenekçi ve yenilikçi kanadın ilişki ve iktidar kavgaları belirleyecek. 95 başlarına kadar RP Türkiye'deki siyasal İslam tekelini elinde tuttu. 1995 Ramazanında Nurcu lider F.Gülen iftar yemeğinde yaptığı konuşma ile bu tekele ilk darbeyi indirdi.
Şayet Refah Partisi istikbaldeki parlamento seçimlerini kazanır ve iktidara gelirse bu Türkiye'den ziyade RP için bir şansızlık olur.
Gazeteci Mehmet Ali Birand 21 Şubat 1994'de şöyle yazıyor. RP'nin yerel seçim zaferinden bir ay önce asıl "İstanbul RP'den korkmasın, RP İstanbul'dan Korksun" Askerler demokratik bir iktidar değişikliğine tahminen, müdahale etmezler. Ne zamanki RP bir İslam Cumhuriyeti kurmaya kalkışır!!! İslamcı siyasetçiler şimdi Türkiye'nin mevcut düzenine entegre olmuş durumdalar. 70'li yıllara kadar kendi kabukları içindeydiler. O zamandan beri, özellikle 80 sonrası askerler dolayısı ile sistemin içine çekildiler. Üçüncü bir aşama olarak İslam şimdi Türk demokrasisinin bir parçası olabilir. RP şimdi bir dilemma (ikilem) ile karşı karşıya. SELEFİ partiler kendilerini parlamenter köktenci muhalefet olarak ortaya koymuşlardı. Başarılı oldukları dönemlerde bile RP eski İslami pozisyonuna (söylemine) geri dönerse seçmeninin üçte ikisini kaybeder. Kendisine ekonomik ve toplumsal sebeplerle oy verir!
Sistemin diğerlerini savunduğunda da, kendisine sistem diğer partilerden hüsrana uğradıkları için oy veren kitle neden desteklesin. RP mevcut oy oranını muhafaza edebilir, ama asla onun üzerine çıkamaz. Halkın yarısı Balkan göçmenlerinden Yyahut batıyla teması olanlardan oluşuyor. Bu Türkler ağırlıklı olarak ülkenin batısında oturuyorlar ve laikliği benimsemiş kitleler nüfusun yüzde 20-25'ini oluşturan Aleviler ise sadece istisnai hallerde RP'ye rey verirler Nakşibendi Tarikatleri ise N. Erbakan ve Esat Coşan arasındaki kavganın ardından bölünmüş durumda. Nurcular en önemli lider F. Gülen önderliğinde DYP gibi muhafazakar partilere eğilimliler. Parti içi çelişki ve gerilimler de artmakta zira; partinin Yozgat'taki milliyetçi söylemi Diyarbakır'daki İslam Kardeşliği parolası ile uyuşmuyor.
RP'nin sınıra dayandığı aşikar.



NOT: Bu çeviri, Almanya'da yayınlanan, sahasında önemli bir mecmua olan "ORIENT"ın Mart 1996 sayısından yapılmıştır. Yazısının sonuna düşülen bir notta da, yazının, Nisan 1995'de yazıldığı belirtilmektedir. Bu yazının, Türkiye'deki gelişmelerin Alman akademik çevrelerinde nasıl değerlendirildiğini ve nasıl bir kamuoyu oloşturulmak istendiğini göstermek bakımından dikkate değer bulunacağını ümid ediyoruz. Çeviriyi dikkatle değerlendirecek okuyucularımız, yazının bazı noktalarda sığ kaçtığını ve ileriye dönük ciddi bir tahlil yapamadığını farkedeceklerdir. Bu eksiklik, yazarın sığlığından mı yoksa dayandığı referanslardan mı kaylanmaktadır diye de düşünmek gerekir kanısındayız. Şu da bir gerçek ki, İslam üzerine araştırma yapan yeni şarkiyatçılar birinci elden kaynaklara pek başvurmamaktadırlar. Bu da, onlar için ciddi bir eksikliktir diyebiliriz. Meselâ, İbda üzerine yorum yaparken, Necip Fazıl'ın ve Salih Mirzabeyoğlu'nun 140'ın üzerindeki eserlerinin incelenmemesini buna örnek gösterebiliriz.
Yazarın gösterdiği kaynaklar, umumiyetle, Ruşen Çakır, Faik Bulut, Şahin Alpay,Halil Nebiler, Soner Yalçın ve Şerif Mardin'in kitaplarından veya makalelerinden oluşmaktadır. Ele aldığı cemaatlerin orjinal düşüncelerini yansıtan kaynaklara hemen hemen hiç yer verilmemiştir.

1 yorum: